Okurlardan Yorumlar

Yazılarıma okurlarım tarafından yapılan yorumlardan en çok beğeni alanları burada yayınlanmaktadır.

Ahmet Gümüş

Bu danışıklı döğüş bizlere hiç yabancı gelmiyor. Ancak unuttukları bir şey var o da tüm yapılanları dün gibi hatırlamamız.

Ayşe Kozluklu

Bu gün Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu çok ama çok güzel bir şekilde anlatmışsınız. Tebrik ederim.

Rıfat Şen

Daha ne yazılabilir ki bu yazının üzerine. Helal olsun.

image
image
image
image

Bu bölümü kullanarak benimle iletişime geçebilirsiniz.

İletişim için yalnızca mail kullanmaktayım.

image
image
image
image
image
image
image
image
image

Karşılıklı Suçlayıcılık Kuralı

Bu kurala göre liderler kitlelerini deşarj edip sürekli diri ve kendilerine bağlı tutmak için devamlı olarak ortaya çıkan olumsuzluklarda karşı tarafı yani onlar diyerek ötekileştirdiği tarafı suçlayıcı argümanları kendi kitlesine sunmaktadır. Bu sayede kitlesini diri tutarken karşı tarafın kendisine yönelttiği haklı yada haksız tüm argümanları da çürütmekte ve kitlesinin dağılmasına neden olabilecek olası tehditleri sağladığı bu ötekileştirme gücüyle bertaraf etmektedir.

Onlar ve biz şeklinde ortaya çıkan bu karşılıklı çatışmanın başlıca unsurları şunlardır; kitleyi inandıracak bir hedef yada idealin ortaya konması.
Karşı tarafı bir ideolojik yada karşıt herhangi bir görüş kalıbı içine yerleştirmek.
Karşı tarafa yönelik yürütülen ötekileştirme safhasında yapışkan söylemler üretmek.

Öyle ki bu yapışkan söylemler zamanla kalıp halini alıp karşı kitleyi telaffuz etmek yani onları açıklamak için kullanılabilmektedir. Örnek verecek olursak Ak Parti’nin CHP’ye yönelik CeHaPe Zihniyeti söylemi yada karşı tarafın yani CHP’nin Ak Parti’ye yönelik AKePe iktidarı söylemi bu yapışkan söylemlere önemli bir örnektir.

Bu söylemlerin üretilmesi ile birlikte kanaat önderleri ve onun yanında yer alan destekleyici önderler bu söylemlerin tüm kitlenin içerisinde yayılmasını sağlayarak karşı taraftan gelecek akılcı ve gerçek argümanların dahi kendi kitlesi içerisinde müdahaleye gerek kalmadan gerçekliği tartışılır bir zeminde ortaya çıkıp hızla yine kitlenin kendisi tarafından imha edilmesi sağlanmaktadır. Bu sürecin yaşanabilmesi için her iki tarafta gerek medya organları gerek sohbet ortamları dahil kitlesine ulaşabileceği her ortamda bu argümanları kitlesine dayatmaktadır.

Öyle ki siyasi partiler ele alındığında her hangi bir tanesinin il yada ilçe teşkilatı binasına girdiğinizde karşılaşacağınız muhtemel ilk materyaller ya o görüşü savunan ve karşıt görüşü yere sermek için ağır dil kullanan gazete nüshaları olacaktır yada yine o siyasal görüşü destekleyici yayınlar yapan bir kanalın TV’de açık olduğunu göreceksiniz.

Bu yöntem ile söz konusu yapılar kendi kitlesine kendi ideolojisini dayatıp mutlak doğru olarak kabul ettirmeye çalışırken aynı zamanda karşıt görüş kavramını da alevlendirmekte ve karşılarına mutlak bir tehdit olacak güç yerleştirmektedirler. Söylemler durağanlaşıp sıradanlaşmaya başladığında karşıtlık çatısı altında bir arada olan kitleler birleşmeye başlayacaktır. Nitekim bu gibi durumlarda siyasal kanaat önderleri genelde kendilerini hedef alan birkaç argümanın yayınlanmasında bir sakınca görmeyeceklerdir. Zira bu tip saldırılar yani kitlenin inandığı ideale saldırı olası yumuşamaların yerine şiddetli ideoloji çatışmalarını yeniden getirecektir.

Bu kural yalnızca siyasal anlamda değerlendirmeler ile ortaya konulamayacak kadar geniş bir uygulama alanına sahiptir. Bir diğer örnek olarak şirketlerinde rekabet adı altında aslında kendi müşteri portföylerine yönelik sadık kitle oluşması için benzer çalışmalar yürüttükleri sık sık görülen bir durumdur. Örneğin gofret üretimi yapan iki ayrı şirketi ele aldığımızı düşünelim. Eğer A şirketinin gofreti fazla satmaya başlamışsa B şirketi bir anda bu alana yoğunlaşıp reklam ve pr çalışmaları yaparak öncelikli kendi kitlesine gofretlerinin daha iyi olduğunu anlatır. Bu çalışmanın ardından diğer şirketi yani karşıtı alt etmek ve kitleye bakın onlardan daha iyi olan biziz imajını vermek için sokaktan yararlanırlar. Yani sokağa çıkıp iki isimsiz gofret sunduk insanlar diğer bir deyişle genel kitle bizim gofretimizi seçti demek için çaba sarf ederler ve istediklerini aldıklarında da tüm kitleye bunu duyurmak için yine medyanın gücünden faydalanırlar. Burada şirketler rekabet sırasında karşıtlık kullanmış yani karşıt bir görüş inşa edip sonrasında onu kendileri karşısında çürütmek için kitleye argümanlar sunmuşlardır.

Karşılıklı Suçlayıcılık Kuralının en fazla kullanıldığı alan spor alanıdır. Özellikle futbol tamamen karşılıklı suçlayıcılık kuralı prensibini uygulayarak kitlesini deşarj etmekte ve sömürmektedir. A Spor takımı yer aldığı ligde muhakkak bir başka kulübü ezeli bir rakip olarak seçmiştir. Bu hedef seçimi genelde güç dengeleri gözetilerek yapılır. Yani A Spor takımı kendisinden kat ve kat güçlü C kulübünü hedef seçmek yerine kendisine en yakın güçteki B kulübünü hedefine alır.  Ligde başarısız olduğunda yada işler kötü gittiğinde futbolu takip eden herkesin de bildiği üzere ki özellikle büyük kulüpler bunu yapar. Mutlak ezeli rakip seçtikleri karşıtlarını ezmenin ligde başarılı olmaktan çok daha önemli olduğunu kitlelerine empoze eder ve bunu sürekli olarak dinç tutarlar. Zira işler kötü gittiğinde ezeli rakibi yenmek onlara kitlelerinde yükselen huzursuzluğu dindirmek için bir can simidi olacaktır.

Futbolda özellikle karşıtlıklar o denli hat safhaya çıkartılır ki kitleye 12. Adam yada sen yoksan eksiğiz gibi söylemler ile bağlılıklarının kulübün devamlılığı için bir mecburiyet olduğu ve sırtlarını dönerlerse ihanet etmiş olacakları benimsetilir. Bu sayede taraftar olarak lanse edilen etkilenmiş kitle inandırıldıkları kulüp için zamanlarını ve paralarını gönüllü olarak verirler. Bu safhaya başarıyla geçebilmiş spor kulüpleri genelde ürünlerini oldukça pahalı fiyatlara satarlar ve bunu yaparken de kitlelerine güçlü destek için bunun gerekli olduğunu dile getirirler. Ne var ki kulüpler genelde toplanan paraların büyük kısmını boşa harcar ve hep daha fazlası için kitlesinden para ve zaman ister. Karşılıklı suçlayıcılık Kuralı sayesinde de bu istediklerini çoğu zaman elde ederler. Ezeli rakiplerine yada kendilerini engellediğini dile getirdikleri kişileri kurumları öne atarlar ve karşıtlığa karşı kendi kitlelerini güçlü olabilmek için bir arada olmaya mecbur bırakırlar. Bu sayede her ne kadar zaman zaman sorgulanıyor olsalar da kitlenin büyük kısmının desteğini her daim karşıtı suçlayarak yanlarında tutmayı başarırlar.

Zira insan inandırıldığı bir şeye karşı saldırıldığında doğal iç güdüleri gereği yanlış yada doğru olduğuna bakmaksızın savunma gerçekleştirir. (Köpek Savunması Modeli yazımda bu durum ele alınmıştır.) Bu durum özellikle bireyin tekil özelliğini kaybedip kitle içerisinde erimesi ve kitlenin akımına kapılması durumunda çok daha kuvvetli bir şekilde ortaya çıkar. Bu sarmaldan ancak birey kendi benliğine dönerek kurtulabilir. Ama ne yazık ki bunun olabilmesi için kişinin söz konusu kitleden uzaklaşması ve konulara karşı dinginleşmesi gerekir.

Günümüzde insanların büyük çoğunluğu kendi fikirlerini ortaya sunmaktan aciz ve başkalarının fikirlerini savunarak bu boşluklarını doldurma çabasındalar. Yazının başlığında vurgulamak istediğim noktada bu aslında, bir çoğumuz başkalarının fikirleri üzerinden  yola çıkıyoruz. O fikrin sahibinin ve düşünce yapısının çarpıklıklarını görmezden gelerek bilinçli ve istekli bir körlük yaşıyoruz.  

İnsanlar modernleşme adı altında her gün biraz daha yobazlaşıyorlar. Hayal dürtüsünü kaybediyor. İnsan yalnız ve robotik toplulukları kendi eli ile oluşturmaya başlıyor. 

Yalnızlık kalabalık şehirlerde kutu gibi evlerin içinde bireye kadar indirgenen bir etkileşimsizliğin hastalık olarak yansıması şeklinde karşımıza çıkıyor. Buna birde hür fikir ve hayallerin bastırılması ekleniyor ki depresyon ve psikolojik bozukluklar ortaya çıkı veriyor.

Hür insanın hür fikri olur. Ne yazık ki insanlar fikir özgürlüğünü bir birlerine karşı kurdukları baskılar ile önlüyorlar. 

Benim fikrim var ve ben üstünüm bakışıyla karşıt fikirlere ve eleştirilere tahammül göstermiyoruz. Onları dinlemiyor sağlıklı iletişimin ilk başlangıcı olabilecek empati ilacını kullanmıyoruz. 

Eğer benim gibi düşünmüyorsa yanlıştır kafasıyla bir birimizin fikirlerini ezip geçiyor. İnsanların düşünce ve fikirlerini paylaşma özgürlüklerini kısıtlıyoruz. Tatlı bir ortamda seviyeli tartışmalar ile fikirlerin çarpıştırabileceğini unutup susturma veya düşünceyi değiştirerek kendi görüşümüzü dayatma aşkımız neticesinde insan ruhunun özgürlüğünü simgeleyen fikir ve hayalleri zihinlerin derinlerine zorla gömüyoruz.

Tüm baskı ve hoşgörüsüzlüğümüz karşısın da bu baskının tesiri ile ruhun daralmasına , kin ve nefret eylemlerinin ortaya çıkmasına, ahlâk ve etik kurallar çerçevesin de yapılabilecek eleştirilerin doğrudan hakaret düzeyinde ortaya çıkarak toplumun iç bütünlük dinamiklerinin zedelenmesi ile sonuçlanmasına neden oluyoruz. 

Ve tüm bunların neticesinde elimize geçense sadece paramparça olmuş bir toplum ve gelişmenin, fikirlerin özgürlüğü yerine kısır siyasi söylemler ile karşılıklı hakaretleşmelerin yaşandığı bir ortam. 

Ne diyeyim fikirlerin hür. 

Hayallerin gerçek olduğu bir dünyada görüşmek üzere.

Başlık ile yazı ne alâka diyenlere itafen bu gün insanların büyük çoğunluğunun savunduğu ve kendi hür fikir ve düşüncesi sandıkları, aslında kendilerine bir grup yada kişi tarafından dayatılanlardır. Bir fikrin sahibi olmak için onu sizin ortaya çıkartmanız gerekir. Edindikleriniz fikrinizin temelini oluşturmuyor fikirlerinizi revize etmenizi sağlıyorsa hürsünüz demektir. 

Sürç–i Lisan Ettim ise Affola

Her geçen gün gençliğimizi biraz daha kaybettiğimiz bir gerçek. Ne yazık ki Avrupa’i yaşam tarzının kültür çatışmalarından başarıyla çıkıp hayatımızın her alanına müdahale ettiğini görüyoruz.

Özellikle her yeni NESİL’de bu müdahale artıyor. Elimizden kayıp giden bir gelecek ile karşı karşıya kalıyoruz. Gençlerimizin büyük kısmı boş ve tüketim odaklı hevesler peşinde zayii olup gidiyor. Üretim toplumları kapitalizm sisteminin değirmeninde tüketim odaklı aptal toplumlara evriliyor.

Bu yüzden diyorum “KAYIP GENÇLİK” diye. Çünkü gençliğimizi hızla kaybediyoruz. Gençliğimizi kaybettikçe buna paralel olarak geleceğimizi de kaybediyoruz. Lüks kahve ve restoran zincirlerinde aylık kazançlarını gömerken, mutlu görünmek ve sosyal medya hesapların da kendini önemli göstermek için hayatını süslü bir abartılmış belgesel olarak sunan gençlerimiz yalnızca tüketme odaklı bir zihni yapı ile hareket ediyorlar.

Tek amacı karşı cinsle münasebet ve eğlence olan bir gençlik ortaya çıkıyor.

Ne yazık ki kültürel açıdan artık eski Türk aile yapısı ve gençlik anlayışı yok. Bu değerler büyük bir bozulmaya uğradı.

Geleceğimizi kurtarmak için gençliğimizi kurtarmak zorundayız. Üniversiteye gelmiş öğrencilerin eskinin ilk okul çocukları gibi davranıyor olması, öğretmenlerine karşı saygısız davranışları, kulaktan dolma bilgiler ile hareket eden yönlendirilebilir bir yapıya sahip olmaları gelecek ve gençlik için büyük alarmın tetikleyici unsurları.

KAYIP GENÇLİK’i bulmalıyız yoksa hem geleceği hem gençliği kaybediyoruz.

image
image
image
image
image
image
image
image