İdeoloji
İdeoloji,
siyasal yada toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükümetin, bir siyasal parti
yada toplum içerisindeki bir sınıfın davranışlarına yön veren politik,
hukuksal, bilimsel, felsefi, dinsel ve estetik düşünceler bütünü olarak
görülebilir. Tarih boyunca oluşan
şartlar ve bireylerin fikirleri doğrultusunda birbirinden farklı ideolojiler
ortaya çıkmıştır.
İdeoloji
bir grup yada siyasi partinin şekillenmesini ve politikalarını buna göre
uygulamasını sağlar. Basit bir örnekle ideoloji şu şekilde anlatılabilir. Bir
tiyatro severler grubuna katılacaksanız yada katılmışsanız. Tiyatro konusunda
bilgi ve ilerleme elde edersiniz. Bu amaçla faaliyetler yürütür ve elinizdeki
gücü de bu amaçla kullanırsınız. Birbirine yakın düşünen ve çıkarlara sahip
insanların ideolojik olarak bir araya gelip bir etki gurubu üretmesi söz konusu
olabilir. Günümüzde siyasi partiler dahil bir çok etki gurubunun kendine özgü
ideolojik bir yapısı vardır. Tüm guruplar bu düşüncelerini ilerletmek, yaymak
ve güçlendirmek için bir çaba sarf ederler.
Siyasal İdeolojiler
Liberalizm ’in düşünsel kaynakları antik
Yunan’a kadar uzanır. Ancak modern dünyada şekillenmiş bir düşüncedir.
Liberalizm kendi içerisinde 3 ana akıma ayrılır. Bunlar; Klasik liberalizm,
sosyal liberalizm ve liberteryen düşüncedir.
Klasik
liberalizm, devleti adalet ve güvenlik gibi temel işlevlerle sınırlar.
Sosyal
liberalizm, devletin temel işlevleri olan adalet ve güvenlik işlevlerinin
yanında eğitim, sağlık ve altyapı alanlarında da görevler yükler.
Liberteryen
düşünce, 20 yy da gelişmiştir. Devleti bir gece bekçisi olarak görmek ister.
Özgürlükleri sınırsız olarak görmek ister ve güvenlik işlevinin dışındaki tüm
faaliyet alanlarının topluma bırakılmasını savunur.
Liberalizm’in iikisi bireye ikisi toplumsal yaşama yönelik dört temel değeri vardır. Bunlar bireycilik, özgürlük, çoğulculuk ve hoşgörüdür.
Bireycilik
liberal düşüncenin her şeyden önce savunduğu değerdir. Bu düşünceye göre devlet
ile birey arasındaki ilişkide birey önceliklidir.
Özgürlük,
liberalizm’e göre başkasının özgürlüğüne kast etmedikçe bireyler özgür olmalıdır
düşüncesidir. Özgürlüğün ancak bir başkasının yaşamına etki ettiğinde
kısıtlanabileceğini savunur.
Çoğulculuk
ve hoşgörü, bu düşünceye göre toplumlar yaşam biçimleri, kimlikler gibi
farklılıklar üzerine şekillenir. Bu farklılıkların yaşatılmasını savunur.
Özgürlük için farklılıkların yaşatılması ve hoşgörü gösterilmesi gerektiğine
inanır.
Liberalizm serbest piyasa ekonomisi anlayışına
sahiptir. Bu anlayışa göre devlet ekonomik yaşama etki etmez. Sadece firmalar
arasındaki ilişkilere müdahil olur. Liberalizm demokratik bir yapıyı ön görür.
Günümüzdeki demokrasi sistemi Liberalizm’in siyasi projesi olarak gelişmiştir.
Liberalizm’in siyasi boyutuna bakıldığında yönetimin temeli halkın rızası ile
olmalıdır. İktidar serbest seçimler yolu ile yönetime gelmelidir. Sistemin
temeli insan haklarına dayanmalıdır. Tüm siyasal kurumların amacı insan
haklarına hizmet etmelidir. Liberalizm’in temelinde sınırlı devlet anlayışı
vardır. Devleti hukukla sınırlandırır ve devletin her hangi bir ideoloji ile
yönetilmemesini şart koşar.
Muhafazakarlık
Muhafazakar
düşünce sanayi sonrası modern toplumda ortaya çıkan bazı gelişmelere tepki
olarak gelişmiştir. Muhafazakar düşünce aydınlanma düşünürlerinin her şeyi akla
dayandıran düşüncelerine, tüm kurumlarda değişimi öngören devrimci sosyalist
hareketlere ve sanayi devrimi sonrasında aile ilişkilerindeki bozulmalara tepki
olarak ortaya çıkmıştır.
Muhafazakar
düşünce genel olarak insanın sınırlı bir varlık olduğunu kabul eder. İnsanların
toplumu ve otoriteyi oluşturmadığını aksine toplumun insanın yapısını,
düşüncesini ve ahlaki değerlerini oluşturduğunu öne sürmektedirler. Muhafazakar
düşünceye göre bilgimiz akla değil deneyimlere dayanır. İnsanların hakları
beraberinde getirmediğini, bu hakların devlet tarafından insana bir lütuf gibi
verildiğini düşünürler. Bu düşünceye göre devletin hakları yükümlülüklerle
dengeli biçimde insana verdiğini savunur.
Bu
düşünceye göre toplamun keyfi biçimde müdahale edilerek şekillendirilebilecek
bir yazılı sözleşme oluşturulmuş bir araç olmadığını ve toplumun hepimizi
kapsayan bizim toplamımızdan daha kapsayıcı bir karmaşık varlık olduğu
varsayılır.
Muhafazakarlara
göre sosyal sınıflar, gruplar, topluluklar, cemaatler gibi tüm sosyal küme ve
kurumlar görünmez bir güç ve kuvvet tarafından bir birine işlevsel olarak
bağlanmış organik toplumun tamamlayıcı parçaları olduğunu kabul edilir.
Toplumun
inşasında geleneklerin yanı sıra dinin de önemli bir etkisinin ve yerinin
olduğunu kabul eder ve dinin bu özelliği ile toplumun geleceği için koruması
gerektiğine inanır. Toplumsal düzen düşünce için önemli bir temel taşıdır. Bu
anlayışa göre toplum ve devlet aynı amaca yönelebilmelidir. Muhafazakar düşünce
en iyi düzenin varsayılan olduğunu kabul eder. Bu nedenle istikrar ve
devamlılık büyük bir öneme sahiptir.
Muhafazakar düşünceye göre toplum organizasyonun bedensel kısmını, otorite ise beyin kısmını oluşturur. Güçlü bir otoritenin olmaması durumunda toplumdaki düzenin devamı söz konusu olmaz. Muhafazakar düşünceye göre rıza şarttır, ancak Liberal düşüncedeki gibi bir sözleşmeye bağlı olarak değil sadakat üzerine kuruludur.
Mutlakiyetçi düşünce
Mutlakiyetçi
düşünce anlayışı 16 yy’dan itibaren Avrupa’da yükselmeye başlamıştır. Bu
düşüncenin ortaya çıkmasının nedenlerinden birisi ulus devlet oluşumunu
tamamlayamayan bazı parçalı güç merkezlerinin ulus devlete dönüştürülme
ihtiyacının ortaya çıkmasıdır. 16 yy’da parçalı güç merkezleri kralların
altında bir araya gelerek ulus devletleri oluşturmuştur. Bu dönemde bir araya gelemeyen bazı
topluluklar vardır. Bu topluluklardan birisi İtalya’dır. Parçalı bir halde olan
İtalya ulus devletler karşısında güçsüz kalmıştır. Bu nedenle İtalyan düşünür
Niccola Machiavelli bu zayıf durumdan kurtuluşun yolunu sınırsız güce sahip
güçlü bir prens altında küçük güç odaklarını bir araya getirerek güçlü bir
devlet ortaya çıkarmayı önermiştir. Bu öneri Mutlakiyetçi düşüncenin ilk ortaya
atılışıdır. Diğer devletlerde bu anlayışın ortaya çıkmasındaki temel neden
ülkelerde ortaya çıkan iç karışıklıklardır. Bu karışıklıkların ortadan
kaldırılmasının yolunun güçlü merkezi bir otoritenin oluşturulmasından geçtiği
önerileri yapılmıştır.
Mutalakiyetçi
düşünceyi savunan düşünürlere göre insan bencil, açgözlü, doyumsuz ve saldırgan
bir varlıktır. Bu yapısı nedeniyle mutlak bir siyasi güç olmadan barış
içerisinde yaşayamaz. Ekonomik, teknolojik, bilimsel anlamda gelişmenin
yaşanabilmesi için insanların sıkı biçimde kontrol edilmesi gerektiğini
savunur.
Mutlakiyetçi
düşünce toplumu farklılıklarından arınmış, aynı amaçlar için bir araya gelmiş
ve değerler etrafında bir araya gelip kenetlenmiş bir toplum olarak tanımlar.
Mutlakiyetçi düşünce bireyi değil devleti önemser. Toplumsal kargaşayı,
ayrışmayı önlemek ve toplumun birlikteliğini oluşturmak için güçlü bir devlet
otoritesine ihtiyaç olduğunu savunur.
Faşizm
Faşizm
birinci dünya savaşı sonuçlarına tepki olarak ortaya çıkmıştır. Birinci dünya
savaşından yenik çıkan Almanya’nın Versay anlaşması ile topraklarının komşu
ülkeler tarafından paylaşılması ve sömürgelerinden vaz geçmesini zorunlu hale
getirmiştir. Bu anlaşma Almanya’da geniş bir kitle tarafından tepki çekmiş ve
ihanet olarak değerlendirilmiştir. Bu süreçte Hitler ortaya bu haksızlıklara
bir tepki olarak çıkmıştır. İtalya’da da Almanya’da olduğu gibi benzer
nedenlerle faşizm görüşü ortaya çıkmıştır.
Faşist
rejimler bireyciliğe, toplumsal farklılaşmaya ve çoğulculuğa karşılardır.
Faşist
rejimlerde özgürlükler değil yükümlülükler önemlidir. Bu anlayışa göre birey
devletin kendisine vereceği görevleri yapmakla yükümlüdür.
Faşizm
şiddet ve zor kullanmayı meşru ve gerekli gören otoriter bir devlet anlayışına
sahiptir.
Faşist
rejimlerin bazılarında ırkçı bir bakış açısı da bulunmaktadır.
Siyasal Rejimler
Siyasal
sistemler Çoğulcu ve tekilci sistemler başlıkları altında incelenebilir.
Çoğulcu
sistemlerde iktidarın kaynağı halktır. Halkın seçimi ile gelir ve giderler.
Toplumdaki farklı görüşler serbesttir ve iktidara aday olabilirler. Toplumun
temel hak ve özgürlükleri anayasa ile garanti altına alınmıştır. Sistem
içerisinde devlet iktidarını sınırlayacak mekanizmalar vardır.
Düzenli
aralıklarla yapılan seçimlerle iktidar denetlenir ve hesap verir.
Liberal demokrasi
Liberalizmin
temel çıkış noktası birey ve özgürlükleridir. Liberaller devletin toplumsal
ilişkilere müdahalesine karşıdır. Sloganları bırakınız yapsınlar bırakınız
geçsinlerdir.
Sosyal Demokrasi
Sosyal
demokrasi Liberal demokrasiye karşı yükselmiş sosyalist bir itirazdır. Liberal
düşüncenin tezine karşı çıkarlar. Sosyal demokraside kapitalizm reddedilmez.
Ancak üretimde kapitalizmin olabileceğini ama dağıtımda eşitlik olmasını şart
koşar. Bunun içinde devlet müdahalesinin olması gerektiğini savunur. Resmi ideoloji sorunların çözümü için mutlak
yol olarak görülmektedir. Bu sav doğrultusunda muhaliflere karşı şiddet ve
teröre başvurulmasını ahlaki olarak haklı hale getirir. Teoride devletin
insanlar için olduğu vurgulansa da pratikte bu durum tam tersi olmaktadır.
Tekilci sistemler
Faşizm
Faşizm ilk
kez İtalya’da ortaya çıktı. Liberalizm ve sosyalizme tepki olarak doğmuştur.
Kapitalizm ’in üretim mantığını benimser ancak Liberalizm ’in bireyci
düşüncesini reddeder. İdeolojiden yanadır. Ulusun tek bir çatı altında
toplanabilmesi için araya devletin girmesini gerekli görmüştür. Akla değil
duygulara hitap etmiş ve aklın yerine manevi duygulara ön plana almıştır. Tek
ulus, tek fikir, tek devlet faşizmin temel sloganıdır.
———-
Siyasal
rejimler ayrıca Demokrasi, otoriter ve totaliter yapı olarak 3 başlık altında
incelenebilir.
Demokrasi
seçimler ile parlamentoda çoğunluk olan siyasi grubun belirli bir süreyle
iktidar olmasıdır. Demokrasi kendi çatısı altında da Yarı Başkanlık, Başkanlık
ve parlamenter Demokrasi olarak üç gruba ayrılır.
Yarı başkanlık sistemi
Bu
sistemde halk hem devlet başkanını hem de yasama meclisini seçer. Bir başbakan
ve bakanlar kurulundan oluşan hükümet meclisten güven oyu alarak iktidar olur.
Seçilen başkan Meclis’e karşı sorumlu olur. Meclisten çıkan yasaları onaylar
yada veto edebilir. Ülkede OHAL ilan edebilir ve belirli bir süreyle ihtiyaç
halinde meclisi fes edebilir.
Başkanlık sistemi
Bu
sistemde yasama yürütme ve yargı ayrı güçler olarak konumlandırılır. Başkan
halk tarafından iki kademeli seçim sistemi ile seçilir. Başkan’ın karşısında
onu denetleyecek ve gerektiğinde durduracak güçlü kurumlar konumlandırılmıştır.
Halkın oyları ile seçilen başkan bakanlar kurulunu kurar ve ülkeyi yönetir.
Parlamento sistemi
Örneği
İngiltere’de görülmektedir. Bir meclisin yanı sıra alt kamaralar ve meclisler
ile denetleme sağlanmaktadır. Bu sistemde çoğunluktan ziyade en çok oyu alan
ilk kişinin seçilmesiyle sonuçlanan bir yapı vardır. Yürütme organının yasama
organının denetiminde olduğu bir sistemdir. Bu sistemde devlet başkanı
genellikle hükümet başkanından başka bir kişidir. Bu sistemle yönetilen ülke
bir meşruti monarşi yada Cumhuriyet olabilir. Meşruti monarşi ile yönetilen
ülkelerde yetkileri sembolik olan bir hükümdar bulunabilir. Parlamenter
cumhuriyetlerde ise seçimle iş başına gelen ve yetkileri yine sembolik olan bir
devlet başkanı bulunabilir.
Otoriter Rejimler
Bu tür
rejimlerin temeli ilk başta siyasal bir partiye dayansa da zamanla bu parti
iktidarın mutlak sahibi olabilir. Bu gibi durumlarda iktidar karşıtı muhalefet
fitne yayan bir düşman olarak görülür. Siyasal katılım genellikle iktidarı
başta tutacak bir amaçladır. Bunun dışındakiler başkaldırı olarak tanımlanır.
Seçimler genelde iktidara destek vermek veya miting ve gösterilerde yer alarak
yine iktidarı destekleyecek mahiyettedir.
Totaliter rejimler
Mutlak
kontrolü amaçlayan rejimlerdir. Birey özgürlüğü ikinci plandadır. Herkes her an
izlenmektedir. İnsanların ne yaptıklarını neyi düşündüklerini dahi devlet
bilmek istemektedir. Mahrem hayat serbestisi kabul edilmez. Sivil toplum
yoktur. Her şeyin ve herkesin devletin denetimi altında olduğu bir rejimdir.
KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARI TEORİLERİNİN KONJONKTÜREL MEDYA YAKLAŞIMI BAĞLAMINDA DEĞERLENDİRİLMESİ
Kitle iletişim araçlarının toplumlar üzerindeki etkileri ve
kullanım şekilleri kültürel ve ideolojik açılardan farklılık göstermektedir.
İçerisinde yaşanılan dönemin durumuna göre medya araçlarının kullanım amaçları
da değişebilmektedir.
Ortaçağ döneminde Avrupa’da kilisenin yüksek bir otoriteye
sahip olması medya araçlarının da bu otoritenin devamını sağlayacak şekilde
gelişmesini ve kullanılmasını sağlamıştır. Bu sayede otoriter kuram gelişmiş ve
bu yönelimden beslenmiştir. Sözde aydınlanma ile beraber de Avrupa’da kilisenin
baskılarından kurtulma arayışlarının sonucu olarak, dinden uzaklaşan toplumlar
nezdinde akılcı düşünceler ön plana çıkmıştır. Bu düşüncelerin ortaya
çıkarttığı anlayışsa Liberal anlayıştır. Bu dönemde medya özgürlükçü bir tavır
takınırken devlet otoritesinin kendi üzerinde baskı kurmasının yanlış olacağını
benimsemiş ve bu şekilde bir baskıyla karşılaştığında da özgürlük kavramı
üzerinden kamuoyu oluşturulmuştur. Liberal düşüncenin hakim olduğu toplumlarda
medya araçları ilk etapta özgür olarak görülse de daha sonrasında görünmez
bağlar olarak adlandırılabilecek. Ekonomik, siyasi ve ideolojik bağlar ile yine
bulunduğu dönemin şartlarının devamını sağlayacak propagandist bir anlayış
ortaya çıkmıştır.
Sovyetler (Rusya), Almanya ve İtalya gibi baskıcı ve ırk
temelli totaliter ve sosyalist ülkelerdeki toplumların üzerinde medya araçları
düzenin devam ettirilmesini sağlayacak propaganda araçları olarak
kullanılmıştır. Özellikle medya araçları Stalin ve Hitler döneminde tamamen
birer propaganda aracı olarak ön plana çıkmıştır. Bu ülkelerde medya organları
genelde ya devlete ait yada devletin sıkı denetiminde varlık göstermektedir. Bu
yönüyle bu tip ülkelerde medyanın kamuoyunun sorunlarını dile getirmek gibi bir
misyonu istese de üstlenemeyeceği görülmektedir.
Kapitalizmin tüm dünyaya yayılmasıyla birlikte ortaya çıkan
küreselleşme algısı gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkeleri sömürme
yarışına evrilmiştir. Bu evrimin içerisinde medya da büyük bir rol almıştır.
Özellikle gelişmiş ülkelerin geniş olanaklara sahip ve son teknolojiyi
kullanabilen medya organları tarafından gelişmekte olan ülkelerin medya
kuruluşlarına karşı bir etki çabası oluşmuştur. Bu çabaların sonucunda 3.
Ülkelerin medya araçları gelişmiş ülkelerin medya araçlarının beslenmesini
sağlayacak küçük ölçekli etki araçları halini almıştır. Küresel piyasaların
hedeflediği ülkelerin toplumları güçlü medya şirketlerinin yardımıyla sıkı bir
reklam ve propaganda kampanyası atağı altında bırakılmaktadır. Bu medya bombardımanı ile medya kuruluşları hedef
ülkede yaşayan toplumun istenilen tüketim alışkanlıklarını kazanmasını sağlayan
birer öğretici konumuna gelmişlerdir.
Medya günümüzde de çıkar odaklı yayın anlayışı ile hareket
etmektedir. Her kurum veya kuruluş kendi ideoloji ve fikri benzerlikleri
bulunan topluluklara özel yayın anlayışını benimseyerek çıkarlarını korumaya ve
güç devşirmeye çalışmaktadır. Günümüzde tarafsız basın anlayışı da bizdense
tarafsız değilse taraflı gibi bir bakış açışına hapis olmuş durumda.
Demokratik ülkelerdeki medya kuruluşlarının yapıları özgür
gibi gözükse de bu ülkelerin birçoğunun benimsediği Liberal anlayış, çıkar
odaklı gazeteciliğin yükselmesine neden olmaktadır. Medyanın bu sıkı görünür
yada görünmez bağlardan arınabilmesinin tek yolu toplum üzerindeki etkisini
kaybetmesinden geçtiği için bu bağların tarihin her döneminde olacağı
aşikardır.
Genel olarak medya yaklaşımları bulunulan toplum ve onun
kültürel anlayışları, rejim, yayın arenasında kabul edilen fikir ve
ideolojiler, siyasal sistemler ve bulunulan dönem ile teknolojik gelişimin
çevresinde şekillenmektedir. Günümüzde medya hız ile kendisini ön plana
çıkartmaya çalışırken geçmişte bunu haber içeriği, görüntü ve video ile yapmaya
çalışırlardı. Yaşanılan dönemin koşulları medyanın şekillenmesini
sağlamaktadır. Kısaca toplum medyayı şekillendirirken, medyada toplumu
şekillendirmekte ve bu durum değişen şartlara göre sadece yöntemleri ve
kullanılan araçları yenileri ile değiştirmektedir.