Liberal kurama göre iletiler serbest bir pazar ortamında alınıp satılan bir meta olarak görülmektedir. Bu sistem temelde hiçbir kısıtlama ve ön koşul bulunmamasını ve herkesin bir kısıtlama yada ön koşul olmaksızın medya alanına girebileceğini savunur.

Herkesin istediği gibi girebildiği medya sisteminde bireylerin seçme eylemi ile iyi iletileri kendileri bilinçli olarak seçip yönelerek bu iletileri alacakları.  Kötü ve zararlı iletileri ise tercih etmeyecekleri için bu iletilerin pazarda yer edinemeyip alanı terk edeceği ön görülmektedir.

Ancak bu anlayışın bazı sorunlar getirdiği de görülmekte. Bunlardan birincisi tekelleşme tehdidi. Medya organlarının tamamen özgür ve bireye ait olarak şekillenmesi durumunda zamanla en güçlü olanın diğer medya organlarını kendi bünyesine katarak alanda tekelleşebilmesi söz konusu olabiliyor.

Medyanın birinci vazifesi olan kamuoyu adına denetim görevi bireyselleşme ile birlikte kar odaklı düzen nedeniyle ikinci planda kalmaktadır. Medya organları topluma karşı olan sorumluluklarını yerine getirmek yerine, sermayesinin sahibi olan kişiler adına faaliyet gösterip bu amaçlar doğrultusunda yayın politikaları belirlemekte.

Liberal kuramın her alanda olduğu gibi medya alanında da uygulanmasında kapitalizmin özgürce dolaşımına imkan vermesi ve kamu çıkarları ile patron çıkarlarının yer değiştirip patronların isteklerinin sanki kamuoyunun isteği gibi yansıtılması sorunları ortaya çıkmaktadır.

Gazetecilerin mesleki kimlik sorunları bağlamında Liberal kuram anlayışına göre geliştirilen medya sistemi sorunları çözüme ulaştırmaktan ziyade daha da derinleştirmiştir. Öncelikle bireyselleşip sonrasında holdingleşmiş olan medya organlarında gazeteciler kendi çıkarları ve medya kuruluşunun çıkarları doğrultusunda hareket edip, gazeteci kimliğine yakışmayan çalışmalara imza atmaya başlamışlardır. 

Liberal kuram her ne kadar özgürlük vaat etse de işler uygulamada beklenildiği gibi olmamakta. Gazetecilerin patronlarının çıkarları nedeniyle yeterince özgür bir ortamda çalışamamasının yanında bu durum toplumun gazetecilere olan güvenini de sarsmaktadır.

Güven sarsılmasının neticesinde ise gazeteciler etraflarında toplayabildikleri kitleleri tutmak adına daha fazla sivrilmekte ve haber süreçlerine bu nedenle ideolojik fikir ve düşünceler daha fazla katılmakta. Sivrilmelerin sonucundaysa her medya organı politikası doğrultusunda ideolojik grupları hedeflemekte ve kitleler edinip bu gücü kendi ideolojik amaçları doğrultusunda kullanmaktadır.

Hadi kınayalım!

Kudüs’de İsrail zulmünü, Doğu Türkistan’da Çin zulmünü, Arakan’da Budist zulmünü kınayalım.

Birkaç yıl evvel İslam ordusu diye bir şey kurulmuştu. Hani nerede? Başında Arabistan’ın yer aldığı bir İslam ordusu da ancak bu kadar olabilirdi. Ateşli bir reklam filmi ve sonrası fos…

Hadi kınayalım!

İslam İşbirliği Örgütü diye bir örgüt var. Hadi o da kınasın tüm bu zülümleri…

1.5 milyarlık bir İslam alemi var. Ama yaptıkları tek şey KINAMAK!

İki tip güç vardır. Birisi yumuşak diğeriyse sert güç. İslam alemine bakıyorum hep yumuşak gücü tercih ediyor. Sadece ama sadece söylemimiz var. İki gündür sosyal medyaya bakıyorum. Her yerde Kudüs, bazı yerlerde de Doğu Türkistan var. Ama sadece kınama ve birazda dua var.

Ey İslam alemi! Bedir’de Müslümanlar yalnızca dua mı etti? Düşman onlardan fazlaydı, güçlüydü ama onlar yılmayıp hazırlandılar. Kılıç kuşanıp, ok çektiler düşmana ve nihayetinde Allah’ta onlara bir zafer vaat etti.

Hadi bizde kınayalım dostlar. Sahada gücünü göstermeden ne kadar söylemde bulunursan bulun. Karşı taraf için hiçbir anlamı olmayacaktır. Söylemlerin güçlü olması için sahada gücünü göstermen gerekir. Karşı taraf gücünü hissedecek ki söylemini dikkate alsın.

Ama 1.5 milyarlık İslam alemi ne yapıyor. Üst perdeden bol bol kınama mesajı ki son zamanda sosyal medyadan iki tweet atıp bu işi bitiriyorlar.

Şimdi soruyorum!

Ey İslam alemi Allah’a dua edip onun cümle Müslümanların dertlerini sonlandırmasını istiyorsunuz. Oysa Allah size önce devlet kurabilmeyi nasip etmiş. Sonra bir ordu kurabilmeyi sonrada silahlarınızın olmasını nasip etmiş. Tüm bunların üzerine size birde güç nasip etmiş.  Allah size bunca şeyi nasip etmiş ama siz sıcak yatağınızda yatıp halen ondan mazlumlar için yardım istiyorsunuz. Bu yaptığınız Allah’ın size verdiği onca nimete nankörlük etmektir. Siz yola çıkarsanız Dua size yoldaş olur.

İslam dünyasının bir şeyi anlaması gerekiyor. KINAMAK! Hiçbir sorunu çözmüyor. Çünkü sahada hiçbir güç çarpanımız yok. Suriye’de Türkiye operasyonlara girişmeseydi. Bugün çoktan o masanın dışında kalmıştık. Bundan birkaç yıl evvel ortak bir birliğin Kudüs’e yerleştirilmesi planlanmıştı. Soruyorum o birlik ne oldu?

İletişim kuramları, iletişim sürecini anlamaya yönelik yapılan teorik çalışmaları kapsar. İletişim kuramları, bir iletişim sürecinde gönderilen mesajın nasıl algılandığını, nasıl yorumlandığını ve nasıl yanıt verileceğini inceler. Aşağıda bazı önemli iletişim kuramlarını listeleyebilirim:

  1. Öğrenme Kuramı: Bu kuram, bir insanın yeni bir bilgi edinme sürecini inceler ve bu sürecin nasıl gerçekleştiğini açıklar.
  2. Yaşam Öyküsü Kuramı: Bu kuram, bir insanın deneyimlerinin nasıl iletişim davranışını etkilediğini inceler.
  3. Örüntüler Kuramı: Bu kuram, bir insanın iletişim davranışının nasıl belli bir örüntü içinde tekrarlandığını inceler.
  4. Yönlendirme Kuramı: Bu kuram, bir insanın iletişim davranışının nasıl yönlendirildiğini inceler.
  5. İletişim Öğesi Kuramı: Bu kuram, iletişim sürecinde gönderilen mesajın nasıl algılandığını ve yorumlandığını inceler.
  6. İletişim Öğesi Modeli: Bu model, iletişim sürecinde gönderilen mesajın nasıl yorumlandığını ve yanıt verileceğini açıklar.
  7. Benmerkezci Kuram: Bu kuram, bir insanın iletişim davranışının nasıl kendi benmerkezci inançları tarafından yönlendirildiğini inceler.
  8. İletişim Öğesi Kuramı: Bu kuram, iletişim sürecinde gönderilen mesajın nasıl algılandığını ve yorumlandığını inceler.

Öğrenme kuramı, bir insanın yeni bir bilgi edinme sürecini inceler ve bu sürecin nasıl gerçekleştiğini açıklar. Öğrenme, bir deneyim sonucu ya da öğretim sürecinde elde edilen yeni bilgi ve davranış değişikliklerini ifade eder. Öğrenme kuramları, öğrenmenin nasıl gerçekleştiğini anlamaya yönelik teorik çalışmalardır.

Bazı önemli öğrenme kuramları şunlardır:

  1. Klasik Davranışçı Öğrenme Kuramı: Bu kuram, öğrenmeyi davranış değişikliği olarak tanımlar ve öğrenmenin gerçekleştiğini, bir davranışın belirli bir koşulu takip eden sonuçlar sonucu olduğuna inanır. Örneğin, bir köpeğin yemek yerken yüksek sesle havlama davranışının belirli bir koşulu takip eden bir yemeğin verilmesiyle öğrenmesi bu kuramın örneklerinden biridir.
  2. Öğrenme Kuramı: Bu kuram, öğrenmeyi düşünme süreci olarak tanımlar ve öğrenmenin, insanların düşünceleri ve inançları arasındaki ilişkiyi değiştirerek gerçekleştiğine inanır. Öğrenme kuramı, insanların nasıl düşündüklerini ve nasıl öğrendiklerini anlamaya yönelik bir teoridir.
  3. Kognitif Öğrenme Kuramı: Bu kuram, öğrenmeyi beyin faaliyeti olarak tanımlar ve öğrenmenin, beyin tarafından yapılan işleme dayalı olduğuna inanır. Kognitif öğrenme kuramı, insanların nasıl düşündüklerini ve nasıl öğrendiklerini anlamaya yönelik bir teoridir.
  4. Öğrenme Kuramı: Bu kuram, öğrenmeyi bir sosyal süreç olarak tanımlar ve öğrenmenin, insanların birbirleriyle etkileşim içinde olduğu ortamlarda gerçekleştiğine inanır.

Yaşam öyküsü kuramı, bir insanın deneyimlerinin nasıl iletişim davranışını etkilediğini inceler. Bu kuram, insanların geçmiş deneyimlerine dayalı olarak iletişim davranışlarının nasıl oluştuğunu ve nasıl değiştiğini açıklar. Bu teoriye göre, insanların geçmiş deneyimleri, onların iletişim davranışlarının nasıl oluştuğunu ve nasıl değiştiğini belirler.

Yaşam öyküsü kuramı, insanların deneyimlerinin iletişim davranışları üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu inceler. Örneğin, bir kişinin geçmişte yaşadığı olumsuz deneyimler, onun iletişim davranışlarını olumsuz yönde etkileyebilir. Benzer şekilde, olumlu deneyimler de iletişim davranışlarını olumlu yönde etkileyebilir. Yaşam öyküsü kuramı, insanların geçmiş deneyimlerinin iletişim davranışları üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu anlamaya yönelik bir teoridir.

Örüntüler kuramı, bir insanın iletişim davranışının nasıl belli bir örüntü içinde tekrarlandığını inceler. Bu kuram, insanların iletişim davranışlarının nasıl belli bir örüntü içinde tekrarlandığını ve bu örüntülerin nasıl oluştuğunu açıklar. Örüntüler kuramı, insanların iletişim davranışlarının nasıl tekrar ettiğini ve bu tekrarların nasıl oluştuğunu anlamaya yönelik bir teoridir.

Örüntüler kuramına göre, insanların iletişim davranışları belli bir örüntü içinde tekrar eder. Örneğin, bir kişinin aşırı sinirlendiği zamanlarda aşırı yüksek sesle konuşma davranışı, bu kişinin iletişim örüntüsünde bir tekrar olarak karşımıza çıkar. Bu örüntüler, insanların geçmiş deneyimlerine dayalı olarak oluşur ve insanların gelecekteki iletişim davranışlarını da etkiler. Örüntüler kuramı, insanların iletişim davranışlarının nasıl belli bir örüntü içinde tekrar ettiğini ve bu örüntülerin nasıl oluştuğunu anlamaya yönelik bir teoridir.

Yönlendirme kuramı, bir insanın iletişim davranışının nasıl yönlendirildiğini inceler. Bu kuram, insanların iletişim davranışlarının nasıl yönlendirildiğini ve bu yönlendirmelerin nasıl oluştuğunu açıklar. Yönlendirme kuramı, insanların iletişim davranışlarının nasıl yönlendirildiğini anlamaya yönelik bir teoridir.

Yönlendirme kuramına göre, insanların iletişim davranışları, çevrelerinde bulunan kişiler, gruplar ve toplumlar tarafından yönlendirilir. Örneğin, bir toplumun değer yargıları ve inançları, toplumun üyelerinin iletişim davranışlarını yönlendirir. Benzer şekilde, bir grup içinde bulunan bir kişinin pozisyonu ve rolü de o kişinin iletişim davranışlarını yönlendirir. Örneğin, bir öğretmenin öğrencilerine karşı iletişim davranışları, onun öğretmen olma pozisyonu ve rolü nedeniyle farklı olabilir. Yönlendirme kuramı, insanların iletişim davranışlarının nasıl yönlendirildiğini anlamaya yönelik bir teoridir.

İletişim öğesi kuramı, iletişim sürecinde gönderilen mesajın nasıl algılandığını ve yorumlandığını inceler. Bu kuram, insanların mesajları nasıl algıladıklarını ve yorumladıklarını açıklar. İletişim öğesi kuramı, insanların mesajları nasıl algıladıklarını ve yorumladıklarını anlamaya yönelik bir teoridir.

İletişim öğesi kuramına göre, insanlar mesajları üç farklı yolla algılar ve yorumlar: işitme, görme ve beden dilini kullanarak. Örneğin, bir kişi bir konuşmayı dinlerken sadece kelimelere odaklanmayabilir, aynı zamanda konuşmacının beden dilini de izleyerek mesajı daha iyi anlamaya çalışabilir. Benzer şekilde, bir kişi bir yazılı mesajı okurken sadece kelimelere odaklanmayabilir, aynı zamanda yazılı mesajın yerleştirildiği ortamı da dikkate alarak mesajı daha iyi anlamaya çalışabilir. İletişim öğesi kuramı, insanların mesajları nasıl algıladıklarını ve yorumladıklarını anlamaya yönelik bir teoridir.

Benmerkezci kuramı, bir insanın iletişim davranışının nasıl kendi bakış açısını yansıttığını inceler. Bu kuram, insanların iletişim davranışlarının nasıl kendi bakış açılarını yansıttığını ve bu yansımaların nasıl oluştuğunu açıklar. Benmerkezci kuramı, insanların iletişim davranışlarının nasıl kendi bakış açılarını yansıttığını anlamaya yönelik bir teoridir.

Benmerkezci kuramına göre, insanlar iletişim sırasında kendi bakış açılarını yansıtırlar. Örneğin, bir kişi bir konuşma sırasında konuştuğu kişinin bakış açısını dikkate almayabilir ve sadece kendi bakış açısını ifade eder. Benzer şekilde, bir kişi bir yazılı mesaj gönderirken de kendi bakış açısını yansıtabilir. Benmerkezci kuramı, insanların iletişim davranışlarının nasıl kendi bakış açılarını yansıttığını anlamaya yönelik bir teoridir.

Bu makale özgün olarak bir YAPAY ZEKAYA yazdırılmıştır.

Bu yaklaşımın temel dayanağı 8 aylık gözlemdir. Gözlem süresince 800 kişilik aynı amaca yönelik olarak bir arada olan topluluk gözlemlenmiştir. Buna göre 800 kişilik grup bir bütünü yani kitleyi oluşturmaktadır. Bu kitle gözlem boyunca alt gruplara ayrılmış ve bu alt gruplar ayrıca incelenmiştir.

Gruplarda Liderlerin Oluşumu ve Kitleleşme Aşaması

İncelememize konu olan 800 kişilik gruptaki bireylerin tamamı erkeklerden oluşmaktadır. Bu grubun amacı 8 aylık bir eğitim sürecini tamamlamaktır. Burada tespit ve yaklaşımlar bu grubun eğitimi süresince yapılan gözlemlere dayanmaktadır.

Bir yığının kitle olarak ortaya çıkmasında iç dinamikler oldukça büyük önem arz etmektedir. Bu araştırmada yaklaşık 800 kişiden oluşan bu yığın “Birçok kimsenin veya nesnenin bir araya gelmesiyle oluşan kalabalık, küme, kitle, kütle” (TDK), kendi içerisinde yüzer kişilik sekiz iç gruba ayrılmaktadır. Bu sekiz grupta içerisinde onar kişilik çekirdek gruplara ayrılmaktadır. Son olarak bu onar kişilik çekirdek gruplarda kendi içinde bireylerin düşünce ve ihtiyaçları doğrultusunda tercih gruplarına ayrılmaktadır.

Yığının en küçük temel taşı olan tercih grupları kişinin düşünce yapısı, diğer bireylerle olan ilişkileri temelinde şekillenmektedir. Bu grup en basit anlatımıyla kişinin onar kişilik grup içerisinde arkadaşlık kurduğu kişilerdir. İnceleme yaptığımız grupta da bu tercih gruplarının oluşumu sırasında iç gruplar parçalı bir görüntü vermektedir. Ancak dışarıdan gelen durumlara karşı bütünleşme eğilimi gösterdikleri görülmüştür. Yani grup kendi içerisinde parçalı olsa da dışarıdan geleceklere karşı bütünleşme tepkisini doğal bir güdüyle vermektedir.

Tercih grupları birleştiğinde onar kişilik çekirdek grupları oluşturmaktadır. Bu gruplarda birleştiğinde yüzer kişilik iç gruplar oluşmaktadır. Burada da parçalı yapı yine dışarıdan gelene yönelik bütün olma eğilimini sürdürmektedir. Her ne kadar içerisinde farklı düşünce ve yapılar barındırsa da bu durum bütünleşmeye engel olmamaktadır. Nihayetinde iç grupların birleşimi ile de ana grup yani kitle “Bir yerde toplanmış, bir araya gelmiş insan topluluğu, kütle: Belirli işleviyle özellik gösteren büyük insan kalabalığı, kütle” (TDK) oluşmaktadır. Bu oluşum sürecinde gruplar içerisinde çeşitli rekabetler yaşanmaktadır. Bu rekabetlerden en önemlisi LİDER ÜRETİMİ aşamasıdır.

Parçalı yapı birleşme süreçlerinde LİDER ÜRETİMİ gerçekleştirmektedir. Bu süreç tercih grubundan başlayıp en tepeye varıncaya kadar devam eder ve kademeli liderler ortaya çıkar. İlk çıkan liderler birleşip çekirdek grup adına bir lider çıkartır. Bu liderler söylemleri ile birleşip çekirdek grup adına bir lider çıkartır. Daha sonraysa bu liderlerinde birleşimiyle iç grup liderleri çıkar. Son olaraksa söylem birliği ortaya çıkar ve kitleyi yönlendirecek olan ve aslında en güçlü olan LİDER ortaya çıkar. Bu liderin söylemleri en alt grubun söylemlerinin uzağında dahi olsa, artık kitle olarak bu söylemler bir ortak amaç olarak üretilir, savunulur ve dağılması sağlanır. Tepedeki liderin çıkışıyla diğer alt gruplardaki liderler kitleyi birleştirici ve enformasyon sağlayıcı temsilciler konumuna geçerler. Böylece kitleyi yönlendirme ve devamlılığını sağlama konusunda enformasyona dayalı bir yönetim şeması ortaya çıkar.

Liderlerin seçilmesinde grup içerisinde söylem gücü en yüksek olanlar öncelik kazanır. Böylece sesi daha az çıkan ve kendini savunmada yetersiz kalan bireyler bu kişileri doğal liderleri olarak görmeye başlar ve kendi söylemlerini bu kişinin söylemi ile birleştirerek destekçi olurlar. Bu durum liderlerin en büyük gücüdür. Ancak bu olumlu çığ etkisi ilerleyen süreçte tam tersi süreçleri de tetikleyebilir.

Bu yaklaşıma göre temel olarak kitle ve birey ilişkisi bir TABLO şeklinde açıklanacak olursa;

Tablo : 01

Yaklaşık 800 kişinin olduğu ve aynı amaca yönelik bir hedefleri bulunan kitlenin alt gruplarından birisinde çıkan rahatsızlığın o grubun içerisinde nasıl bir tetikleyici olduğuna yönelik yapılan gözlemde, grup içerisinde ilk başta bireysel olarak yükselen sesin bir süre sonra ortak bir ses olarak daha güçlü dile getirildiği gözlemlenmiş ve sonrasında da bu söylemlerin bireyleri tetikleyerek bir kısmının daha çok ön plana çıkması ile sonuçlandığı gözlenmiştir.  Grup içerisinde sivrilen kişiler belirginleştiklerinde onlara nazaran daha az sesi çıkanların bireysel huzursuzluklarını bırakıp bu kişilerin arkasında toplanmaya başladıkları ve alternatif lider ürettikleri görülmüştür. Öne çıkan birey arkasında toplananları yani destekçilerini gördükçe dahada çok cesaretlenmiş ve savunduğu ideali daha kararlı dile getirmeye başlamıştır. Kitleyi tehdit eden bu durum LİDER tarafından bastırılamazsa kitlenin yönetim şemasında değişim kaçınılmaz olmaktadır.

Çekirdek Grup Yaklaşımının Zeminin Oluşma Süreci ve Dinamikler

Burada MCDougall’ın “Grup Zihni“ kitabında belirttiği “yığın” tanımlaması söylem birleşmesi ile kitle halini almıştır. En başa döndüğümüzde yığın olarak topluluk içerisindeki bireyler rahatsızlıklarını kendi aralarında sakin bir tartışma ile ortaya koyarken, söylemin sivrilen bireylerin de etkisiyle bir orta yol bulunarak tek düzeliğe indirgenmesi ile artık yığın sözcüleri ve yapılanması olan bir kitle haline evrilmiştir.

Kitlenin geleceği için kitleyi oluşturan bireyin psikolojik durumu önem kazanmaktadır. Birey kitle ve çatıştığı durum arasında bir bağ kurmalı ve liderle idealleri doğrultusunda duygusal bağda kurmalıdır. Bu amaçla bireylerin bağlılığını arttırmak için liderler tarafından sürekli olarak iddialar ve çatışmalar üretilmelidir. Bu yoğun hisler Freud’un kitle kuramında dikkat çektiği ve kitlenin devamı için olmasını muhakkak gördüğü “Libidinal Enerji” ile devamlı kılındığında kitle dinç kalmakta ve devamlılık sağlanmaktadır. İncelemeye konu kitlede de LİDER konumunda ki bireyin kendisine yönelik rahatsızlıkların arttığını gördüğünde kitleyi deşarj etmek için kendini de mağdur durumuna soktuğu ve kitleye onlardan olduğunu hatırlattığı konuşmalar yaptığı görülmüştür. Lider ürettiği onlar ve biz söylemleri ile kaybettiği kitle güvenini tam olarak geri kazanamasa da gruptaki rahatsızlığı ve yükselen karşıt sesleri bastırmış ve kitlenin devamlılığı için iç gruplardaki rahatsızlıklara dair seslerin azalmasını sağlamayı başarmıştır.

Kitle içerisinde onlar ve biz şeklinde oluşturulan ve sürekli bir çatışmayı destekleyen söylem devamlılığı, bireyi kitleye bağlı kalmaya ikna etmekte ve bireyin heyecanının yüksek tutularak kitleyi özümsemesi sağlanmaktadır. Nitekim bireyin heyecan duygusu var oldukça kitleye olan ilgisi ve bağlılığı da devam edecektir.

Kitle içerisinde ki bireyin, şahıs olarak yapamayacağı birçok şeyi kitle içerisinde yapmaktan çekinmediği gözlem sırasında görülmüştür. William McDougall’ın kitle içerisinde ki bireylere yönelik “Fazla zeki olmayanlar üstün zekalıları kendi düzeylerine indirgerler.” söylemi ortak Kitle aklının basit söylemlerden oluşması gerektiğine dikkat çeken net bir sözdür. Eğer söylem karmaşık ve yoğun olursa kitlenin içerisinde anlaşılmasını zorlaştırır. Ayrıca kitleye yeni bireylerin katılmasını da engeller. Bu nedenle kitle söylemleri olabildiğine yalın ve sade bir şekilde basit kelimelerle anlatılabilecek söylem kalıpları olmalıdır.

Negatif Bağlılık Durumunun Oluşması

Eğer LİDER veya LİDERLER’in söylemleri bir süre sonra tekrara düşerse ve kitlenin sorunları artmaya başlarsa bireysel kopuşlar yaşanmaya başlayacaktır. Kitle den en küçük grup olan tercih grubu ile yaşanılan bir sorun nedeniyle kopan birey bir süre sonra kitlenin tamamına yabancılaşmaya başlayacaktır. Zira koptuğu en küçük parçadaki sorunun nedeninin bütünden kaynaklandığı kanısına varması kaçınılmazdır. Negatif etki bir kez uyandığında bireyin bağı hızlı bir şekilde kopacak ve ters giden ve kitle içinde hazmedilen birçok sorun birey tarafından fark edilmeye başlayacaktır. Bu noktada bireyin, kişisel görüşleri ortaya çıktığından grup ile bağı zayıflayacak ve kendi çıkarı için hareket etmeye başladığında da kitleye yabancılaşmaya başlayacaktır.

Güdüleyici Dalganın Oluşumu

Kitlenin ortak söylem üretmesi, içerisinde bulunan tüm bireylerin bu söylemleri kabul etmesi anlamına gelmemektedir. Zira kitlenin ürettiği ortak söylemler tüm kitle tarafından savunulsa da birey nezdine inildiğinde karşıt düşünceler görülebilmektedir. Ancak bu düşünceler kitle içerisinde iken bireyin kendisi tarafından bilinçli bir şekilde bütüne uyum sağlamak uğruna bastırılmaktadır. Gözlemlenen 800 kişilik grupta da bireylerden fikirlerinin ve ortaya konan söylemin tersi düşüncelere sahip olanlarının çekirdek gruplar içerisinde bu fikirlerini söylemekten kaçınmadıkları ancak daha büyük grup olan iç gruplara gelindiğinde çekirdek grubun ortak söylemlerinin çerçevesi içerisinde kalmayı seçtikleri görülmüştür. Son olarak kitlenin harekete geçmesinin ortaya atılan söylem karşısında bireylerin birbirlerini güdüleyecek söylemler üretmesi ile kitlesel hareketin başladığı görülmüştür.

Yani bireylerin birbirlerini tetikleyici konuşmaları sonucunda kitleyi harekete geçirecek büyük dalga oluşmakta ve bu dalga içerisinde birey kendi başına yapamayacağı eylemleri düşüncesiz bir şekilde büyük bir cesaretle gerçekleştirmektedir. Zira kitle içerisinde iken bireysel yükümlülük ve sorumluluklar dağılarak yerine kitlesel sorumluluk gelmekte ve bireysel yükümlülüğe oranla çok daha hafif olan kitlesel yükümlülüğe geçildiğinde ise bireyin daha hırçın, öfkeli ve şiddete eğilimli olduğu görülmektedir. Çünkü birbirini tetikleyen bireyler içsel kontrollerini kaybederek kitlenin hareketlerini taklit etmeye başlamaktadırlar. Bu taklit önlenemez bir taşkınlığa neden olabilmektedir.

Kitlenin sorumluluğun dağılımı ile şiddet eğiliminin artışı paraleldir. Bu durum tablo 02’de gösterilmiştir.

Tablo 02

Birey kendi başınayken ağır sorumluluk sürecindedir. Bu evrede yaptığı veya yapacağı her şeyin sorumluluğunu yüklendiği için hareketlerinde daha düşünceli davranmaktadır. Tercih grubu içerisine girdiğinde dağılan bir sorumluluk süreci başlar. Bu süreçte birey kendisine yüklenilen görevlerin sorumluluğunu üstlenir. Çekirdek gruba geçildiğinde artık birey sorumluluğunu Lidere yükler ve alınan kararların yükünden kurtulur. İç grup evresine geçildiğinde ise artık birey Liderden beklediklerini yerine getirmesini ister. Bu Liderden beklediği sorumluktur. Nihayetinde kitle oluşumunun tamamlandığı evrede birey sorumluluklarının ortadan kalktığını ve tüm sorumluluğun kitlenin tamamına ait olduğunu varsayar. Böylece ortaya çıkan olumsuz davranışlar birey için bir engel oluşturmaz ve şiddet eğilimini bu sayede göstermekten çekinmez. Bireyin içerisinde toplumda bir birey olarak var olduğunda bastırdığı şiddet ve öfke duygusu kitle ile bütünleştiğinde ortaya çıkar ve kitlenin hareketlerine yansır.

Tetikleyici Tehdidin Oluşumu

Kitleyi tetikleyenin temelde göze görünen ve bir seferde gerçekleştirilmeye çalışılan hamlelere olan karşıtlıklar olduğu gözlemi Gustave Le Bon tarafından Kitleler Psikolojisi kitabında vergi örneği üzerinden ele alınmış ve kitlenin tepkileri bu örnek üzerinden çok güzel açıklanmıştır.

Le Bon kitabında “Örneğin bir kanun yapıcısı yeni bir vergi koymak isterse, nazari olarak en adaletli olanını mı seçmelidir? Hiçbir zaman. Vergilerin en haksızı, eğer dikkate az çarpar ve görünürde az ağır olursa kitleler için pratik bakımından her zaman iyi karşılanır. Her gün tüketilen mallar üzerine, kuruş kuruş hesaplanan vergi, halk tabakalarının alışkanlıklarını sarsmaz, pek az etki eder. Bu verginin yerine, gündeliklere veya başka bir gelir üzerine nispi olarak ve bir defa da ödenecek bir vergi koyunuz. Bu vergi ötekinden on kat daha az olsa bile genel protestolara neden olur.” (Kitleler Psikolojisi S.16)  ifadeleri ile kitlenin neye tepki vereceğini açıklamaya çalışır.

Le Bon’un vermiş olduğu örnek aslında kitleyi tanımlayan dolaylı bir yoldur. Bu örnek kitlenin küçük değişimleri fark etmekte duyarsız kaldığını ve tepkinin göze çarpan ve ani çatışmalara verildiği tezini ortaya çıkartmaktadır. Le Bon’un örneğinden yola çıktığımızda bir kitleyi uyandırmadan o kitle üzerinde değişiklik yapmak ya da o kitleden istenileni almak mümkündür. Bunu başarmak için de kitleye yönelik yapılacak hareketlerde olabildiğine minimal ve genel uygulamalar seçilmelidir. Küçük parçalar haline dönüşen çatışmaların kitlenin harekete geçme dürtüsüne dokunmayacağı şeklinde algılanabilir. Nitekim kitlelerin geçmişten günümüze kadar ki süreçleri incelendiğinde birçok önemli çatışmanın aksine yaşam veya ekonomik düzeyde gerçekleşen ve göze batan büyük çatışmalar neticesinde harekete geçtiği görülmektedir.

Le Bon kitabında kitlenin oluşumu için bireylerin aynı ortamda bulunmalarının gerekmediğini belirtir. Günümüzde bu durum sosyal medya ağları ile gerçeklik kazanmıştır. Ancak bu kısım kitabın ilerleyen bölümlerinde Sosyal Medya Kitle Hareketi başlığı altında incelenecektir. Kitleyi oluşturan bireylerin bir araya gelişi rastgele değil ortak bir karşıtlığın sonucudur. Bireyler kitle içerisinde ortaya çıkan ideolojinin ya da tezlerin kendileri içinde çözüm olduğu düşüncesini paylaşması ile kitleye katılım gösterirler. Bu birleşme Le Bon’un da dediği gibi kollektif bilinci oluşturur. Kollektif bilinç bireyin kitleye katılımı ile kendi bilinçli kişiliğinin geçici olarak silinip, artık kitle bilincinin oluşmasıdır. Birey bu aşamada çekirdek grup yaklaşımında da belirtildiği üzere sorumluluklarını aşama aşama devreder ve nihayetinde kitle bilincine uyum sağlar.

Le Bon’un aksine  Sigmund Freud “hafif bir antipatiden azgın bir nefret doğup çıkar” (Kitle Psikolojisi s.32) diyerek kitlenin çatışmada hafif bir  antipatiden dahi büyük bir nefrete ve şiddete başvurabileceğini öne sürer. Freud “Kitleyi etkileyecek kimsenin, elindeki kanıtları mantık açısından ölçüp tartmasının gereği yoktur; işi alabildiğine güçlü imajlara dökmek, abartmaya kaçmak ve boyuna aynı şeyi tekrarlamak amaca ulaşılmasını sağlar.” (Kitle Psikolojisi S13) demektedir. Freud’un dediği gibi kitlenin temsilcisi konumundaki liderin basit ve fantezi derecesine varan taleplerini sürekli dile getirmesi çatışmayı dinç tutacak ve kitlenin devamlılığını sağlayacaktır.  Freud, kitlenin özelliklerini sayarken kitlenin gerçekle ilgilenmediğini ve hep bir illüzyonlara kucak açtığını ve bu illüzyonlardan bir türlü yoksun kalamadığını belirtir. Bu illüzyonların neticesinde zapt edilemez bir coşku duygusuna kapılan bireyler bilinçlerini kaybeder ve kitle bilinci ile bütünleşirler. Bu aşamada şiddet ve aşırılık artık onlar için yalnızca coşkuyu tetikleyecek eylemlerdir.  William Mc Dougall bu coşku halini ve bireyin kitle içerisinde kendi bireysel sınırlandırmalarını aşarak yapmayacağı işleri ve şiddet hareketlerini yapmasını ;

“Bireyin duygularının bir kitledeki kadar şiddetlenmesine başka koşullar altında pek rastlanmamakta, sınırsız ölçüde kendilerini tutkularının eline bırakmak, beri yandan kitlede eriyerek içlerindeki kişisel sınırlılık duygusunu yitirmek bireyler için bir haz kaynağı oluşturmaktadır” (Thc Group Mind – Grup Zihni) diyerek açıklar.

MCDougall bu duruma “Duygusal Bulaşma” ismini vermektedir. Yani birey kitle içerisinde diğerlerinden aldığı güç ve özgüven ile normalde yapamayacaklarını yapmakta cesaret bulur.

McDougall sosyal bulaşmayı “Kitlede patlak veren bir heyecan durumuna ilişkin belirtilerin bireyler tarafından algılanması ve bireylerde otomatik yoldan aynı heyecanı doğurmasıdır. Belli bir heyecan ne kadar çok kişide kendini açığa vurursa, kitlenin öbür bireylerinde ortaya çıkmasını sağlayan otomatik zorlama o kadar güçlenir. Ruhundaki eleştiri mekanizması çalışmasını durduran birey, kendini aynı heyecan durumu içerisine sürüklenmeye bırakır. Öte yandan, bireyin heyecanı onu etkileyen öbür bireylerin heyecanında bu kez artışlara yol açar; böylece bireysel heyecan karşılıklı endüksiyon (ateşleme) yoluyla şiddetlenir.” İfadeleri ile açar.

Tüm bu açıklamalar neticesinde, ÇEKİRDEK GRUP YAKLAŞIMI tezinin varsaydığı kitle oluşumu sürecinde Güdüleyici Dalganın Oluşması ve en alt grup olan çekirdek gruptan en üs grup olan kitle sürecine geçişin sağlanması için ara grupların Lider üretimini tamamlayıp ortak söylem ağını kurmaları gerekmektedir.  En altta başlayan bulaşma kitlenin geneline yayıldığında kitle bilinci ve söylemi oluşmakta ve kitleleşme süreci tamamlanmaktadır.

Amerika’nın çılgın başkanı Trump bey efendinin Twitter üzerinden yaptığı açıklamalar ile başlattığı ve tırmanarak devam eden dolar mevzusu gündemimizi işgal etmeye devam ediyor. Önümüzdeki aylarda da işgaline devam edeceği aşikar.

Türkiye’yi arka bahçe olarak görmek kullanmak isteyen ABD, ikili ilişkilerimizde ilk kez bu kadar açıktan ve bizzat kendileri olarak üzerimize geliyorlar. Daha önceleri sürekli maşaları kullanarak ülkemize saldıran sözde müttefikimiz.Çılgın Trump ile biraz mert bir duruşa geçiyor gibi gözüksede bunun da arka planında yatan bir gerçek var. Maşalarını artık etkili kullanamamları  bu yüzden üzerimize doğrudan gelmek zorunda kaldılar.

Mevzuya ufaktan bir giriş yaptığımıza göre asıl meseleye eğilebilir ve yazının başlığını attıran kısma geçebiliriz.

Son günlerde doların yükselmesi ile milli ve yerli vurgusunu daha çok kullanmaya başladık. Bu alanda da üretim için kolları sıvadık. Çok güzel ve önemli bir gelişme bu, ama piyasalara bir baktık ki biz ne yerliyiz nede milliyiz. Meğer ülkemiz %100 ithalat yapan bir ülkeymiş.

Yanı başımızdaki ilçede çıkan Allah’ının verdiği su bile meğer dolar hesabı bize geliyormuş. İthal ürünlerden önce yerli ürünlere gelen zamlar vatandaşı isyan ettirdi. Bazı firmaların yaptığı zamlar ithal ürünleri geçti. Kabul edilen bir görüş vardır ya hani “Türklerin devletini yine Türkler kendileri yıkar.” Gerçekten de doğru bir söylem. Memlekette doların artışı bahane edilerek zam getirilmedik ürün neredeyse kalmadı. Hani reklamlarında milliyiz, bu toprakların ürünüyüz gibi söylemleri dile getirerek satışlarını arttırmaya çalışan firmalarımız ve büyük market zincirlerimiz varya, hepsi dolar bahanesi ile zammı yapıştırdılar.  Tabi arada kimi uyanık firmalarda yok değil, fiyatı aynı bırakıp gramajdan çalanlarında zam yapanlardan hiç bir farkı yok.

Dolarizasyonik Soygun kelimesi de buradan geliyor. Dolar kanalizasyonuna girip oradan vurgun yapanlar. Doları bahane ederek zam yapıp milletin cebinden parasını çalan, milletimizin alım gücünün düşmesine neden olan bu sözde milli şirket ve marketlere de muhakkak el atmak gerekiyor. Bizde illa devlet olaya el atacak yoksa işin pisliği çıkıyor. Nitekim Ticaret Bakanlığımız konuya el attı.

Ticaret Bakanlığı “Aldatıcı ticari uygulama” yönetmeliğinde yaptığı değişiklik ile dolar ile işi olmayıp zam yapan şirketlerin bu hareketini “aldatıcı ticari uygulama” sayılması kararını aldı. Karar doğrultusunda haksız ticari uygulama gerçekleştiren kişi veya işletmelere üç aya kadar tedbiren durdurma yaptırımı veya beş bin Türk Lirası idari para cezası uygulanıyor. Kurul, ihlalin niteliğine göre bu cezaları birlikte veya ayrı ayrı da verebilir. İdari para cezası, aykırılık ülke genelinde gerçekleşmiş ise elli bin Türk Lirası olarak uygulanıyor.

İşte bu karar çok doğru bir karar ve uygulamaya sokuldu ancak cezalarımızın birazda yaptırım gücünün olması gerekmiyor mu?

Allah aşkına tüm ülke genelinde mağazaları olan bir zincir şirkete kesilecek 50 bin TL(bir seferlikse) ceza sadece bir çerez parası değil de nedir. Yönetmeliğin uygulama şartlarını tam ayrıntılı biçimde bilmiyorum. Ancak bu ceza zam yapılan ürünler için ayrı ayrı kesiliyorsa yada düzenli olarak denetim gerçekleştirilerek tekrarlanıyorsa yaptırımsal bir güce erişebilir. Tabi  bize de vatandaş olarak bir görev düşüyor. Bu zor günlerde zammı yapıştıran firmaları bir bir toplum hafızamıza kazıyacağız ve eğer çok önemli değilse ve alternatifi varsa bu firmaların ürünlerinden de uzak duracağız. Zira milli bir dava da kendi cep çıkarı peşine düşenlerin yarın daha zor bir durumda bizi daha çok perişan bir hale getirecekleri çok açık.

Son cümleye geldik yine : Sürç’i Lisan Ettim İse Affola

Makam arabam ve makam odam… Önce hangisini derseniz deyin fark etmez dostlar…

Malumunuz son günlerin gündemden düşmez konusu Dolar-TL savaşı…

Bu savaşta şüphesiz hepimiz etkileniyoruz. Özelliklede sokaktaki dar gelirli vatandaş bu savaşı en şiddetli hissedenler….

Bu savaşta içimizdeki sözde vatanperver özde soyguncu üretici görünümlü kapitalizmin sömürücüleri zamları yapıştırıp savaşta halkı daha da zor durumda bırakmaktan geri durmuyorlar…

Hal böyleyken devletimiz de kamu harcamalarını kısarak devletin bol keseden savrulan parasını biraz olsun toparlayıp hazinede tutmaya çalışıyor…

Böyle bir ortamda benim aklıma gelen bir konuyu yazmak istedim. Makam Odaları ve Makam Arabaları. Neredeyse müdür vasfını verdiğimiz her adama bir oda ve bir makam aracı tahsis etmek devletimizin standartları haline gelmiş durumda. Ortalık siyah plakalı araçtan geçilmiyor.

Her müdüre araba her arabaya bir şoför mantığıyla vatandaşın toplanan vergisinin azımsanmayacak bir kısmı sırf makam sahiplerinin rahatı ve arabalarının yakıt masrafı olarak havaya savruluyor. Bununla yetinmeyip deri kapılar arkasında son derece lüks odalarda görev yapan bu makam zade abilerimizin odalarının dizaynı için harcanan parada göz ardı edilebilecek cinsten değil. Kamu kurum ve kuruluşlarında müdür odalarına şöyle bir baktığınızda sanırsınız küçük yavru saraycıklar görme şerefine nail oluyoruz…

Böylesine hor kullanılan bir para…

Ülkemizin yapması gereken yatırımlar ve vatandaşlarımızın eğitim ve sağlık gibi hayati öneme sahip ihtiyaçları için harcaması gereken paralar, makam odalarında ki ruhsuz ve gereksiz lüks mobilyalara yada arabalara harcanıyor.

Buradan sesleniyorum… Gelin bir yasa çıkartın. Makam odaları ve makam araçlarına sınırlama getirin. Öyle her müdüre makam aracı devrini bitirin. Makam odalarının dizaynında belirli bir miktarın üzerine çıkılmasını yasaklayın. Buna kaymakamları, valileri ve belediye başkanları da dahil edilsin. Bu ülkenin temsil edildiği yer Meclis ve Cumhurbaşkanlığı makamıdır.  Aşağıdaki vali ve belediye başkanı gibi yerel yöneticilerin üst makamlar gibi lüks içerisinde olması israftan başka bir şey değildir.

Bir değil iki üç makam aracı kullananların bu müsrifliğinin kesilmesi ile inanıyorum. Hazinemizde önemli derecede bir para kalacaktır. Bu para ile daha kaliteli bir eğitim sistemi daha yüksek kaliteli bir sağlık sistemi kurabilirz. Yatırımın insana yapılması gerektiğini unutup halen mobilyalara ve dış kılıfa yatırım yapmaya devam edersek. Yakın zamanda o mobilyaları kemirmeye başlarız.

Ha unutmadan bir de PR düşkünü arkadaşlar var. Bunlar yedikleri hurmaların malum sözdeki sonu olmasın diye reklama para basıp seçimlere kadar imajı düzeltme derdine girişmişler. Bunun içinde milli hassasiyetleri ve gündemde yer edinen popüler konuları kullanmakta pek mahirler.

 İşte ben makam arabasını bıraktım artık şunu kullanıyorum, bunu kullanıyorum şeklinde açıklamalar ile satın aldıkları sözde gazetecilere kendilerini şişirici haberler yaptırıyorlar. Hatta ulusalda bile bu PR’cılar yer ediniyor kendilerine.

Geçenlerde böyle birine rastladım dostlar. Bu arkadaş son 2 aydır gazete ve TV’lerde haber sitelerinde kendine önemli derecede yer buluyordu. Ne yazık ki bu arkadaş yanımdan geçme şansızlığını yaşadı. Arkasından biraz bakıp gülümsedim. En başından beri işin içerisinde bir sinsilik ve basit bir PR çalışması olduğunu bildiğim bu davranışı yaklaşık 10 saniye sonra patladı.

Nasıl mı dostlar ? Bu arkadaş geçi verdi yanımdan, onun gidişinin hemen ardı sıra bir son model araç da peşinden gitti. Takip ettim ve yanılmadığımı da gördüm. Kısaca medyada tasarruf ediyoruz diyen bu arkadaşı takip eden araç ya su yakıyor yada makam aracı olmadığından yaktığı yakıt adamdan sayılmıyor. Ne diyeyim Allah milletimizin gözünü açsın. PR düşkünü ve görünen yüzünden başka ikinci bir yüzü olan adamlardan uzak tutsun.

Bu yaşadığımı da örnek olsun diye yazıma eklemek istedim.

Eee bir klasik son cümlemiz var onu da deyip yazıya son noktayı koyalım. Malum uzatınca okurlarım pek sevmiyorlar.

Sürç-i Lisan Ettim İse Affola.

Amerika’nın çılgın başkanı Trump bey efendinin Twitter üzerinden yaptığı açıklamalar ile başlattığı ve tırmanarak devam eden dolar mevzusu gündemimizi işgal etmeye devam ediyor. Önümüzdeki aylarda da işgaline devam edeceği aşikar.

Türkiye’yi arka bahçe olarak görmek kullanmak isteyen ABD, ikili ilişkilerimizde ilk kez bu kadar açıktan ve bizzat kendileri olarak üzerimize geliyorlar. Daha önceleri sürekli maşaları kullanarak ülkemize saldıran sözde müttefikimiz.Çılgın Trump ile biraz mert bir duruşa geçiyor gibi gözüksede bunun da arka planında yatan bir gerçek var. Maşalarını artık etkili kullanamamları  bu yüzden üzerimize doğrudan gelmek zorunda kaldılar.

Mevzuya ufaktan bir giriş yaptığımıza göre asıl meseleye eğilebilir ve yazının başlığını attıran kısma geçebiliriz.

Son günlerde doların yükselmesi ile milli ve yerli vurgusunu daha çok kullanmaya başladık. Bu alanda da üretim için kolları sıvadık. Çok güzel ve önemli bir gelişme bu, ama piyasalara bir baktık ki biz ne yerliyiz nede milliyiz. Meğer ülkemiz %100 ithalat yapan bir ülkeymiş.

Yanı başımızdaki ilçede çıkan Allah’ının verdiği su bile meğer dolar hesabı bize geliyormuş. İthal ürünlerden önce yerli ürünlere gelen zamlar vatandaşı isyan ettirdi. Bazı firmaların yaptığı zamlar ithal ürünleri geçti. Kabul edilen bir görüş vardır ya hani “Türklerin devletini yine Türkler kendileri yıkar.” Gerçekten de doğru bir söylem. Memlekette doların artışı bahane edilerek zam getirilmedik ürün neredeyse kalmadı. Hani reklamlarında milliyiz, bu toprakların ürünüyüz gibi söylemleri dile getirerek satışlarını arttırmaya çalışan firmalarımız ve büyük market zincirlerimiz varya, hepsi dolar bahanesi ile zammı yapıştırdılar.  Tabi arada kimi uyanık firmalarda yok değil, fiyatı aynı bırakıp gramajdan çalanlarında zam yapanlardan hiç bir farkı yok.

Dolarizasyonik Soygun kelimesi de buradan geliyor. Dolar kanalizasyonuna girip oradan vurgun yapanlar. Doları bahane ederek zam yapıp milletin cebinden parasını çalan, milletimizin alım gücünün düşmesine neden olan bu sözde milli şirket ve marketlere de muhakkak el atmak gerekiyor. Bizde illa devlet olaya el atacak yoksa işin pisliği çıkıyor. Nitekim Ticaret Bakanlığımız konuya el attı.

Ticaret Bakanlığı “Aldatıcı ticari uygulama” yönetmeliğinde yaptığı değişiklik ile dolar ile işi olmayıp zam yapan şirketlerin bu hareketini “aldatıcı ticari uygulama” sayılması kararını aldı. Karar doğrultusunda haksız ticari uygulama gerçekleştiren kişi veya işletmelere üç aya kadar tedbiren durdurma yaptırımı veya beş bin Türk Lirası idari para cezası uygulanıyor. Kurul, ihlalin niteliğine göre bu cezaları birlikte veya ayrı ayrı da verebilir. İdari para cezası, aykırılık ülke genelinde gerçekleşmiş ise elli bin Türk Lirası olarak uygulanıyor.

İşte bu karar çok doğru bir karar ve uygulamaya sokuldu ancak cezalarımızın birazda yaptırım gücünün olması gerekmiyor mu?

Allah aşkına tüm ülke genelinde mağazaları olan bir zincir şirkete kesilecek 50 bin TL(bir seferlikse) ceza sadece bir çerez parası değil de nedir. Yönetmeliğin uygulama şartlarını tam ayrıntılı biçimde bilmiyorum. Ancak bu ceza zam yapılan ürünler için ayrı ayrı kesiliyorsa yada düzenli olarak denetim gerçekleştirilerek tekrarlanıyorsa yaptırımsal bir güce erişebilir. Tabi  bize de vatandaş olarak bir görev düşüyor. Bu zor günlerde zammı yapıştıran firmaları bir bir toplum hafızamıza kazıyacağız ve eğer çok önemli değilse ve alternatifi varsa bu firmaların ürünlerinden de uzak duracağız. Zira milli bir dava da kendi cep çıkarı peşine düşenlerin yarın daha zor bir durumda bizi daha çok perişan bir hale getirecekleri çok açık.

Son cümleye geldik yine : Sürç’i Lisan Ettim İse Affola

Soltiristler türedi güzel ülkemde.

Eskiden sol veyahut sağ dediğimizde aklımızda bir şeyler canlanabiliyordu. Ancak günümüzde kimin eli kimin cebinde belli değil. Sağ görünümlü solcular yada sol görünümlü sağcılar türedi heryerde, hadi bunu anladık bunu bir nebze olsun tolere edebildik. Peki son dönemde ortaya çıkan ve azımsanmayacak oranda bir sayıya sahip soltirist bir kesim var buna ne diyeceğiz.  Terör örgütü PKK’ya sempati duyan yada açıktan destekleyen bir kesim artık kendisini sol olarak tanımlıyor. Profil resmi Atatürk olan ve terör örgütüne sempati duyan yüzlerce sahtekar türedi etrafta.  Yani milli değerlerimizide kendilerine kamuflaj olarak kullanmaktan çekinmiyorlar. 

Nitekim bu yazının konusu Sol görüşü kendine siper eden terör seviciler olsada, sağ görüşü kendine siper edip terörü sevenlerde yok değil. Yada onları görmezden geliyor değilim. Ortak noktası terör olan bu iki ayrı grup gibi gözüken şahsiyetsizler aslında tek çatı altında var olan bir grup. “TERÖR GRUBU”

Bu müsvetteler ortalıkta cirit atıyor ve ne yazık ki büyük çoğunluğu gençliğimizden oluşan toplumun büyük bir kısmıda onları birer kanaat önderi gibi varsayıp peşlerine düşüyorlar. Kurtlar peşinde gezen kuzular doldu dört yanımız. En yakın bir örnekle konuya bakacak olursak.

Dün siyasi bir malzeme olarak ülkemiz genelinde çıkan yangınları kullanan bazı Soltirist elemanlar terör örgütü PKK’yı duyunca sessiz bukalemunlara dönüştüler. Zaten onlardan beklenende bu…

Sırf konuşmak için konuşup ideolojik bakış açıları ile her olaya yaklaşıp, işine gelene çığlık atıp, hoşuna gidene pis pis gülümseyen şaklabanlar ve yeri geldiğinde bilmeden onların peşine düşen binlerce insanımız var.

Ne yapmak gerek, okutmak bilgilendirmek mi?

Yada her bireye dezenformasyon ve kitle psikolojisini öğretmek mi lazım?

Yoksa kolay bir şekilde yönlendirilen gençlik ve algısı ile işimiz  çok ama çok zor.

Şirketokrasinin Cumhuriyeti Amerika Türkiye’ye karşı tüm kozlarını ardı ardına oynuyor. Hemen sınırımıza binlerce asker yığıyor. Bu bir savaş hazırlığı değil de nedir?

Amerikan sisteminin 3. Ülkeleri kontrol altına alma yöntemlerinden en son aşama olan ve zorunlu kalınması durumunda uygulanan işgal planı Türkiye içinde uygulanmaya mı hazırlanıyor?

Türkiye’nin üzerine 3 aşamalı planı uygulayarak gelen Amerika bu aşamalardan ikisinde başarısız oldu.

Birinci aşama Ekonomik Tetikçilerin Türkiye’ye diz çöktürmesi üzerine kuruluydu ancak başarısız oldular.

Başarısız olduklarını nasıl anlıyoruz. İkinci aşama adamları yani Çakalların (CİA) devreye girmesinden anlıyoruz. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi ikinci aşamanın uygulanmasıydı. Bunda da başarısız olan ABD şimdi 3. Aşamayı hayata geçirmeye hazırlanıyor gibi gözüküyor.

3.Aşama nedir efendim, üçüncü aşama ABD çıkarlarını tehdit eden ve ABD güdümünden çıkan ülkelerin iki aşama ile dize getirilememesi durumunda askeri güç kullanılarak işgal edilmesidir. ABD ve müttefiklerinin Türkiye’yi askeri açıdan kuşattığı gün gibi açık.

Peki biz ne yapıyoruz. İçimizdeki hainlerle saçama sapan siyasal sürtüşmeler ile uğraşıyoruz. Dışarısı yanıyor, yangın bize yaklaşıyor ve biz yanacak olan evin içinde kim nereye oturacak derdine düşmüşüz. Değerli dostlarım kendinize gelin devletinize sahip çıkın, siyasi ayrımları, planları, çıkarları bir kenara bırakın ve milli menfaatlerimizi top yekün tek yürek olarak savunun.

Son günlerde gündemiz çok ama çok hızlı.

Takip etmek gerçekten çok zor ancak ana başlığa baktığımızda ABD ve Türkiye arasında savaşı görüyoruz.

İçimizde doların yükselmesine sevinen kuzu postuna bürünmüş çakallar çokça varlar son günlerde bunu çok net bir şekilde gördük.

Dünya’nın en büyük ekonomileri arasında ilk 20’lere giren her yıl %7 %8 gibi rekor büyüme rakamları ile her geçen gün kendini daha ileri bir düzeye taşıyan Türkiye bir anda bir döviz baskısı altında kaldı. Görünen basit sebep sadece bir papaz iken aslında işin aslı o kadar basit değil.

İçimizde batıyoruz eyvah gidiyoruz yaygaraları koparan, küçük siyasi hesaplar peşinde koşup hemen hükumet istifa naraları atan dalkavuklar ile işimiz oldukça zor. Nitekim doların yükselişinde çok afedersiniz batıyoruz diyerek yüksek perdenden konuşan sözde aydınlar yapılan müdahaleler ve güçlü duruş en önemlisi de dışarıdan gelen büyük destek karşısında gerileyen dolara sessiz kalıyorlar.

Peki ABD daha ne yapabilir ?

Ülkemize karşı terörist grupları mı destekleyecek.

Zaten yıllardır yaptığı şey değil mi? Bize yani meşru bir devlete bile vermediği silahları teröristlere hibe edip üstümüze gönderen ABD değil miydi.

Yanı başımızda terör devleti mi kuracaklar?

Zaten yıllardır kurmaya çalışmıyorlar mı? Önce Irak’ı bölüp kukla yönetimi kurdular sonrasında Suriye’de aynı yöntemle ikinci bir bölge kurup Irak ve Suriye’deki toprakları birleştirerek bir terör kantonu kurmaya çalışmadılar mı?

Darbe Yapmayı mı deneyecekler?

15 Temmuz 2016’da denemediler mi 250 insanımızı şehit edip devletimizi milyonlarca dolar zarara uğratmadılar mı?

Şimdide ekonomi üzerinden geliyorlar ancak bu sefer son Kurşunları ile geldikleri o kadar bariz ortada ki. Hep dolaylı olarak üzerimize gelen ABD bu sefer bir paravan kullanmadan kuduz köpek misali bizzat kendi üzerimize geliyor. Onlar son saldırılarını yaptılar.

Bu dakikadan sonra Türk ABD ilişkileri dönülemez bir yola girmiştir. Türkiye oyun kurucu rolü ile Rusya Çin Türkiye üçlüsü olarak yoluna devam edecektir. ABD çöküşünün ilk domino taşı Türkiye olacak. ABD bu dakikadan sonra bu tarz saldırgan ve kabadayı politikasında ilerlemeye devam ettikçe yalnız kalmaya başlayacaktır.

Ne diyelim ülkesi için elini taşın altına koyan Yatırımcısı Esnafı İşçisi tüm dik duran vatandaşlarımızdan Rabbim razı olsun inşallah.

Türkiye artık kendi rotasında daha sağlam ve güçlü adımlar ile ilerleyecektir.

Klasik son cümlemizle Sürç-i Lisan Ettik İse Af ola diyor ve bu yazımızı da sonlandırıyoruz.