Dün büyük bir gurur yaşadık. Devrim otomobillerinden  60 yıl sonra yeniden kendi otomobilimizi üretmek için yola çıktık. Dün ilk prtotipleri gördük ve gurur duyduk. Teknolojisi ve tasarımı konusunda her göreni kendine hayran bırakan bir başarıyı gördük. 

Gelin görün ki! kendisini yalnızca muhalefet etme cahiliyetine hapis etmişler bu girişimide küçümseyip kötülemek için ellerinden geleni yapmaya başladılar. 

Birileri çıktı ; “İtalyan otomobilleri geldi. Kaputuda var”  gibisinden mesajlar ile kendi kendilerine üretmek zekasından uzak olduklarını açık ettiler. Bu elemanların kafalarına kalırsak o vakit TESLA’da Türk otomobili oluyor. Neden çünkü TESLA’nın çizimlerinde çalışan Türk’lerde var.

Üretmenin ne demek oldunu bir öğretemedik şunlara… 

Sonra bir diğeri çıkmış. “Kardeşim hani fabrikası bunun Erdoğan binsin diye bir tane araba yapmışlar ” diyor. Diyecek çok söz varda söylenemiyor. Bu adama Dünya’nın neresinde ne üreteceğini tam olarak ortaya koymadan fabrikasını kuran bir girişim gördün mü diye sormak istiyorum. Fabrika dediğin bildiğin işi seri üretime geçirmek için kurulur. Geliştirme aşamasına ARGE denir. Araştırma Geliştirme sürecinde ürünü ortaya koyarsın. Biz bunu üreteceğiz dersin ve fabrikayı bu ürünü en hızlı ve seri üretebilecek şekilde yapılandırır ve kurarsın. 

Devrim’i başarısızlığa sürükleyen kadroların çocukları bu gün TOGG’un başarısınıda gölgelemek için çabalıyorlar. Üzülüyorum! isimleri Türk ceplerinde Türkiye Cumhuriyeti kimliği taşıyan bu insanların Batı gözlüğü ile kendi toplumlarına bakmalarına üzülüyorum. 

Halkından kopuk kendini AYDIN adleden, kendini GAZETECİ adleden bu kopukları gördükçe üzülüyorum. Bu milleti hep aşağılık gören, yapılan iş kendine fayda sağlamıyorsa onu lekeleyen bu zihniyeti gördükçe üzülüyorum. 

Son bir ricam olacak. Artık bir yok olun, artık şu ülkenin sırtından inin ve sahiplerinizin kuçağına koşun Allah aşkına…

Türkiye’nin Otomobili inşaallah tam şarjla ilerleyecek. 2022’de piyasada yerini alıp Dünya’yı bir Türk firması ile tanıştaracak. Bu güzelliklerden bir tanesinin de benim olmasını çok isterim.  

Son bir haftamız ABD ve İran gerilimi ile adeta ambargo altına alınmış durumda ve hepimizin aklındaki soru “3. Dünya savaşı çıkıyor mu?”

Kendi kendimize bu soruyu sorarak cevabını almaya çalışıyoruz.

Peki biz bu gerilimin görünen yüzüne odaklanıp savaş çıktı çıkacak diye endişeyle durumu takip ederken, aslında arka planda ne oluyor?

Hafıza defterimizi şöyle biraz geriye sarıp gerilimin tarafı olan iki ülkeye bir bakalım istiyorum. Bu gerilimin başlamasından hemen önce İran büyük protesto gösterileri ile sarsılıyordu. Molla rejimi halk üzerindeki yönetim kabiliyetlerini kaybediyor, adeta İran yeni bir devrim havasına girmek üzere eviriliyordu.

Gerilimin diğer tarafı ABD’ye baktığımızda ise Trump azil süreci ile karşı karşıya kalmış ve yüksek ihtimalle başkanlık koltuğunu elinden kaybetmesi ile sonuçlanacak olan süreci yaşıyordu.

Musul’da DAEŞ bahanesiyle Kasım Süleymani komutasında beraber insanları doğrayan bu iki kutup nasıl oldu da bir anda bu duruma geldi.

ABD askerleri ile kol kola Musul’a giren Süleymani, ABD tarafından neden bunca yıl sonra hedef alındı. Genel ortama baktığımızda iki ülkede kendi içerisinde sıkıntılı bir politik süreç yaşıyordu. Bu süreçte Kasım Süleymani’nin ABD ‘ye seslenerek. “Onlar Ruhani’yi değil beni tehdit etsinler” çıkışı aslında bir arka kapıyı araladı.

Trump azil sürecini atlatmak için ABD’yi yeni bir savaş pozisyonuna çekerken, içeride karışıklıklar yaşayan İran ise aynı şekilde savaş pozisyonunu kullanarak bu gerilimi pasifize etmenin en kolay yöntem olacağını anlamış gibi görünüyor.

Danışıklı dönüşün kamera arkasında neler oldu?

İran Kasım Süleymani’nin öldürülmesi ile savaş pozisyonuna geçti. Böylelikle içeride ki muhalif sesleri bir çırpıda kısı verdi. Zira bu süreçte muhalif sesler yükselmeye devam ederse, muhtemelen tamamı vatan haini ilan edilecek ve akıbetleri kara toprak olacaktır.

ABD’ye gelecek olursak. ABD’de Trump ülkeyi bir savaş gerilimi içerisine sokarak ismi üzerinde yapılan spekülasyonları ve azil sürecini sadece bir operasyon ile ortadan kaldırdı. ABD ve Dünya medyası gözlerini Irak’a çevirdi ve iç işleri unuttu. Böylelikle Trump kendini sağlama almış oldu. İran’ın Süleymani’nin intikamı için ABD üslerini vurması ise savaş naralarını güçlendirecek ve bu oyunu ileri seviyeye taşıyacak yapbozun sadece bir parçasını oluşturuyor.

Vurulan ABD üslerinin uydu görüntülerine baktığımızda üslerde isabet alan yerlerin aslında çokta kritik olmadığı görülebiliyor.  Vurulan bu alanlarda bırakın 80 askeri 10 askeri bir arada öldüremezsiniz.  Kaldı ki İran’ın bu üsleri gerçekten yerle bir edebilecek füzelere sahip olduğu tüm Dünya’nın bildiği bir şey ve İran bu saldırılarda etkisi düşük füzeleri tercih etmiş. Burasıda bir soru işareti hak ediyor.

Nitekim ABD’nin bu hamle karşısındaki pasif tavrı aslında dikkat çeken önemli bir detay. 

Sona doğru…

Savaşın konuşulduğu bir ortamda kimse iç sorunları ve yönetimin yanlışlarını konuşmaz. Böylesi durumlarda devletlerin milletleri topyekün savaş durumuna odaklanır ve bu konu üzerinde hassaslaşır. Aslında klasik bir metotdur ama işede yarar… 

Konuyu neticeye başlayacak olursak. Arka kapıdan çıkıpta olaya geniş pencereden baktığımızda adeta bir birleri ile danışıklı kapışmalarını izliyoruz gibi gözüküyor. Bu süreç gerçek bir savaşa evrilir mi? Orası elbette ki muallakta, nitekim karşımızda çıkarları için gözü dönmüş iki devlet var.  

Suriye konusunda her yeni kıvılcım çıktığında bir tayfa ortaya atılıp ” Bizim Suriye’de ne işimiz var ” diye bağırıp duruyor. Kardeşim bizim Suriye’de ne işimiz var! Çok işimiz var hemde çok işimiz var.
Suriye’nin iç meselesiydi karışmamalıydık diyorlar. Güzel kardeşim senin UTOPİK hayal dünyanda sanıyorum o insanlar kapına dayanmayacaktı. Yada o terör örgütlerinin aman burası Türkiye diyerek sınırın öbür tarafından bizim tarafa bakmaya bile imtina edeceğini falan mı sanıyordun.
Hendek olaylarında o teröristler nereden geldi?
Suriye tarafından yer altından kazdıkları tüneller ile Türkiye’ye geçerek bizim topraklarımıza tecavüz etmediler mi? Askerlerimizi polislerimizi insanlarımızı ŞEHİT etmediler mi?

Hemen sınırımızın yanında yüzlerce kilometre alanı kapsayan bir terör devleti kurmaya kalkmadılar mı? Türkiye’nin şehirlerini de almaya niyetlenip birbirlerine hedef göstermediler mi? Fransız betonu siperlerden, Amerikan askeri düzenide Alman silahlarıyla bize saldırmadılar mı? Neyin pembe rüyasını görüyorsunuz vallahi merak ediyorum. Teröristlerin yalnızca Suriye’de kalacağını sanan ve olaylara bakmakta özürlü olan insanlara sesleniyorum. Sizin derdiniz ney? Bir kez olsun Türkiye’den yana olun be kardeşim. Amerika’nın Rusya’nın yada başka bir üçüncü ülkenin Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda hareket edeceğini sananlar artık şunu çok iyi anlamalı ” Her ülke ve millet yalnız kendi çıkarı için çalışır ” biz herkese kendimizmiş gibi bakıyoruz. Bu yüzden de hep aldanıyoruz.

Bu gün Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi aslında geçikmiş bir müdahaledir. En başta biz girseydik. Gerekeni biz yapıp onun bunun lafını dinlemeseydik. Bu gün yaşadığımız bu sorunların büyük çoğunluğunu yaşamayacaktık. Biz olayı diplomatik çözelim diye uğraşırken, Rus’u Amerikan’ı bırak elin Kanadalı’sı bile buralara ordusu ile gelip çöreklendi. Bu gün girdiğimiz Suriye’de daha da fazla gecikmeden gerekeni yapıp bu ülkelere siyasal baskı yaparken askeri açıdan da baskımızı göstermeliyiz. Durdurulan Barış Pınarı Harekatı ivedi şekilde yeniden başlamalıdır.

Hep söyledim yine söylüyorum. Masaya oturduğunda sözünün geçmesini istiyorsan ordun sahada tehditkar bir şekilde durmalıdır.

Sokağa çıkma yasağı var. 13 arkadaş bir araya gelmiş dışarıda geziyorlar.

Belediye ve Camii hoparlörlerinden virüs tehlikesi geçmiş değil lütfen evinizde kalın deniyor. Kadın eline piknik sepeti almış parka gidiyor.

Sosyal mesafe ve maske kullanın uyarıları yapılıyor. Dışarı bakıyorsun. Maske takan insanı nadiren görebiliyorsun.

AVM’ler en tehlikeli noktalar buralara gitmeyin deniyor. Bir bakmışsın kapısında insanlar sıra olmuş.

Bizi virüs değil, boş vermişlik öldürecek.

Hep toplumumuzun eğitim oranı yükseliyor, yükseldi diye övünüyoruz. Ne yazık ki bir insanın üniversite mezunu olması onun bilinçli bir birey olduğu anlamına gelmiyor. Yüksek lisanslar, doktoralar yapmış ama toplum olma bilincinden mahrum kalmış binlerce cahil dolaşıyor sokaklarda.

Sanırım 2. Dünya savaşı sonrasında Dünya’da bu tip bir felaketin yaşanmaması insanları büyük bir rahatlığa alıştırmış. İnsanlar kısıtlamalar ve tehditler karşısında da rahatlarından vazgeçmiyorlar.

Şahsi olarak ben iki dakika dışarıda boşa zaman geçirsem aman hata ediyorum deyip kendime kızıyorum. İnsanların emeklerine ve çabalarına karşı ihanet ediyormuş gibi bir hissiyata kapılıyorum. Peki, sizde hiç mi bu düşünce oluşmuyor? Hiç mi rahatsız olmuyorsunuz?

Oturun evinizde kardeşim. Bugün oturmazsanız yarın ya toprak altında yatacaksınız yada çok daha uzun süre eve hapis olmak zorunda kalacaksınız. Biraz ciddiyet, biraz düşünce, biraz toplumu düşünebilme erdemliliği lütfen.

İlla bir kurala uymak için devletin katı kurallar koymasını mı beklemeliyiz. İlla 81 ile de hayatı kısıtlayıcı sokağa çıkma yasakları mı gelmeli?

Medyanın tarafsız olması düşüncesi neredeyse gazetelerin varoluşu ile eşdeğer bir geçmişe dayanıyor. Ancak bu düşünce en güçlü çağını Liberal kuram ile birlikte yaşamıştır. Liberal kuramın özgürlükçü düşüncesi, medyanın da özgür ve tarafsız olması düşüncesini güçlendirmiş ve hayatımıza daha fazla sokmuştur.  İlk etapta tarafsızlık bir başarı gibi görülse de bu yayınların içerisine zamanla fikri ve ideolojik içerikler çıkar çatışmaları neticesinde dahil olmuştur. Günümüzde medyanın tarafsızlık dan dem vuran yayınları yalnızca göz boyama olarak adlandırılabilecek yayınlardır.

Mesleki açıdan tarafsızlık kavramı günümüzde gazetecilerin en fazla arkasına saklandığı etik kural olsa da. Pratikte ne yazık ki tarafsızlık sadece bir kelime olarak kalmakta. Gazeteciler tarafsızlık ilkesine sürekli vurgu yapmalarına rağmen gerek duruşları gerekse haberi yeniden inşa etme süreçlerinde kişisel ideoloji ile medya kuruluşunun konumu haberin şekillenmesi sürecine etki eden faktörler olmaktadır.

Ne yazık ki mesleki pratiklerde tarafsızlık ilkesi yerini çıkar ilkesine bırakmakta. Medya organlarının yayın politikaları ve siyasi yada kamuoyu üzerinde etkisi olan gruplar ile olan ilişkileri haber süreçlerini de etkileyen önemli bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Bir medya organı iyi ilişkileri bulunan finansal destek aldığı ideolojik kuruluş yada bir sektörde faaliyet gösteren şirket hakkında olumsuz haber yayımlamaktan olabildiğince kaçınmaktadır. Hatta bu tip haberler karşısında bazı durumlarda olumsuz haberlerin karşısında övgü haberleri yayımlayarak ilgili grup yada firmaya sahip çıkma derecesine varan bir yayın politikasının izlenebildiği görülmekte.

Bugün Türkiye’de “MEDYA” genel olarak siyasal bir bölünüm yaşayıp ideolojiler üzerinde şekillenmiş gibi gözükse de bu görüntünün arka planında yine çıkar ilkesi yatmakta. Siyasi ideolojilerin yayın organı gibi hareket eden medya organlarının rüzgarın ters esmesi durumunda yayın politikalarını hızla yeni düzene ayak uyduracak şekle çevirecekleri gün gibi ortadadır. Öyle ki bazen bir siyasi ideolojinin kalesi konumuna gelmiş bir yayın organında çıkar nedeniyle bir süre önce şiddetle karşı çıkılan bir olay yada proje için gerçekleştirilen sert yayınlar kısa sürede sonlandırılıp, izleyicilere bu gündem unutturulurken, çıkar doğrultusunda savunmacı bir yayın politikasının hayata geçmeye başladığı görülebilmektedir.

Nitekim medyanın bu hali yalnızca patronlar yada gazetecilerden kaynaklanmamaktadır. İzleyicilerde bu sürece etki eden en önemli unsurlardan birisidir. Zira izleyiciler izledikleri yayınlarda fikir ve ideolojik yaklaşımlarına zıt içeriklerle karşılaştıklarında kaçınma yolunu seçmekte ve medya organından uzaklaşmaktadır. Bilinçli olarak ideoloji veya fikirlerini destekleyecek yayınları daha fazla ve dikkatle takip etmektedirler. Bu talepte medya organlarının kör destekleyici tavrını meşrulaştıracak zemini oluşturmaktadır.

Yerel gazetecilerin en büyük problemi kalifiye elaman bulma konusunda yaşanmaktadır. Gazeteler yerel olmaları nedeniyle kazançları da düşük oluyor ve bu durumda gazetelerin personelleri için ayırdığı ücretinde düşük seviyelerde seyretmesine neden oluyor.

En büyük problem finansman olarak görülürken, personel istihdamında da bu sorun gün yüzüne çıkıyor. Yerel gazeteler ihtiyaçları doğrultusunda personel istihdam etmek istediklerinde karşılayabildikleri maaş tutarı ile çoğunlukla sektörde deneyim edinmemiş yada kısa süreli bulunmuş kişileri seçtiklerinde yeteri kadar personel alımı yapabiliyorlar. Kalifiye eleman temin etmek istediklerinde ise ücreti arttırmak için alacakları personel sayısını düşürmek durumunda kalmaktalar.

Tiraj konusunda da yerel gazeteler büyük sorun yaşamaktalar. Yerel imkânlar ile basımı gerçekleştirilen gazetelerin, satış fiyatları genelde ulusal gazetelere yakın bir konuma gelmektedir. Bu nedenle okurların yerel gazetelere para vererek edinmek gibi bir davranıştan çekindikleri görülüyor. Gazeteler ayakta kalabilmek ve okunurluklarını arttırabilmek için büyük çoğunlukla ücretsiz olarak dağıtılma yoluna başvurmaktalar. Bu durumda, kazanç getirmeyen baskı hizmeti gazeteler için zarar olarak kayıtlara geçiyor.

Ücretsiz dağıtım ile tirajlarını arttıran gazetelerin en büyük gelir kaynağı ve ayakta kalmalarını sağlayan güç ise kamu kurumları ile özel kuruluşların abonelik hizmeti satın almalarıdır. Yerel gazeteler sattıkları abonelikler ile ayakta kalmaktalar. Ancak birçok firma ve kamu kurumu abonelik için belirli standartlar belirlemektedir. Bu standartlara uyana dek ayakta kalamayan birçok yerel gazete kapatılmak durumunda kalıyor.

Kamu kurumlarının ve özel firmaların aboneliklerinden gelen gelir ile hem personel istihdamının yükü hem de ücretsiz olarak basılıp dağıtılan gazetenin maliyetleri karşılanmaya çalışılmakta. Bu nedenle gazeteler haber yayımlarında abonelerinin konu olduğu haberleri zorunlu olarak göz ardı etmek durumunda kalmakta. Bu durumda basının oto sansüre uğramasına neden olmaktadır. Zira basın kuruluşu haberi olduğu gibi verdiğinde, habere konu kurum yada kuruluş abonelik hizmetini iptal ederek gelirin kesilmesi tehdidinde bulunmaktadır. Bu baskı altında yerel gazeteler yayınlarını sürdürmeye çalışıyorlar.

Resmi ilanlar da yerel gazeteler için hayati öneme sahip bir gelir kapısı olarak ön plana çıkmaktadır. Ancak gazetenin bu imkândan yararlanmak için öncelikle en az 2 yıl gibi bir süre günlük olarak çıkması ve bu istikrarını devam ettirmesi gibi ağır şartları yerine getirmesi gerekiyor. Bu şartları yerine getiren gazeteler sadece resmi ilan alarak zor şartlarda da olsa yayım hayatlarını sürdürebilmektedirler. Ancak bu şartlar sektörde çalışan gazeteciler için bazen avantaj olabiliyor. Nedeni ise gazetelerin resmi ilan imkanlarından yararlanmak için fikir işçisi istihdam etmesi ve sigortasının bu şekilde yatırılması şartının da aranmasıdır. Çünkü sektörde birçok gazetecinin ne yazık ki sigortası normal işçi olarak yatırılmakta. Bu şekilde yıllarca emek verip çalışsalar da bu gazeteciler, sarı basın kartı başta olmak üzere gazeteciler için tanınan birçok haktan mahrum kalmaktalar.  

Sektörde çalışan gazetecilerin yaşadıkları en büyük sorunlardan bir tanesi de istihdam edildiği kuruluş tarafından çeşitli işleri de yapmasının istenmesi. Bir gazeteci olarak başladığınız işte patronunuz sizi tasarımcı, baskıcı yada muhasebeci ve ara eleman gibi de kullanmak isteyebiliyor. Bu işleri yapmayı reddetmeniz durumunda da işten çıkarılma tehlikesi ile karşı karşıya kalıyorsunuz.

Bir İletişim mezunu iseniz bunun sektörde size fazla bir artı getirmesi söz konusu olmamakta. Eğitim almamış birçok kişi sektöre bir gecede girip kendisini gazeteci gibi tanıtabilmektedir. Etik kurallar ve yazım teknikleri gibi temel bilgilerden dahi yoksun kişilerin yalnızca finansal yada siyasal yaklaşımla mesleğin gölgesine sığınması yerel ortamlarda çok daha fazla rastlanılan bir durumdur. Bu durum nedeniyle de gazetelerin tamamı zan altında kalmakta ve basına olan güven sarsılmaktadır.

Çözüm önerileri;

Öncelikle gazetecilik mesleğinin özgür bir ortamda yapılması mümkün olmalıdır. Ancak günümüzde her isteyenin bir iki haber yayımlayıp kendini gazeteci olarak topluma karşı atfetmesi mesleğin içerisinde kronik bir sorun oluşmasına neden olmuştur. Bunun çözümü için her isteyenin gazeteci olabileceği bir ortamın yine sunulması gerekir ama mesleğe gireceklerin halk eğitim merkezleri yada benzeri kurumlar tarafından kısa temel bir eğitime alındıktan sonra mesleğe başlayabilmesine müsaade edilmelidir. Böylelikle gazetecilik bilgisi olmadan ithaf haberler yaparak sonrasında mahkemelerde zor duruma düşen insanların sayısı da azalacaktır. Tecrübesiz ve bilgisiz kişilerin bu sektöre girmesi çoğu zaman hakaret düzeyine varan başlıklar, iftira ve toplumu yanlış yönlendiren içerikli haberler gibi etik dışı durumların yaşanmasına neden olmakta.

Kamu kurumlarının tanıtım ve medya birimlerinin yerel gazete abonelikleri siyasal ve yayınlarına göre değerlendirmesi yerine bir standart belirlenerek aboneliklerin bu standartlara uyan tüm gazeteler için alınması, basının daha özgür ve tarafsız haber yayınlamasının önünü açacaktır.

Yerel gazetelere kurumsallaşma kültürünün öğretilmesi de gerekmektedir. Bir personelin her işe gönderilebileceği algısının muhakkak kırılması gerekliliği önem arz etmekte. Bu düzende ne yazık ki kalifiye elaman yerine, işleri basit standartlara oturtmuş, kendini tekrar eden bir çalışan kesim oluşmakta.  Bunun sonucu olarak da yerel gazetelerin okuyucular üzerin de etkisinin yitirilmesi söz konusu.

Büyük yük getiren fikir işçisi sigorta ücretlerinin daha makul bir seviyeye çekilmesi sektörde çalışan kişilerin haklarının onlara verilmesini sağlayabilir. Zira sigorta ücretinin yüksekliği nedeniyle patronlar fikir işçisi statüsünde sigorta pirimi yatırmaktan kaçınıyorlar.

İdeoloji

İdeoloji, siyasal yada toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükümetin, bir siyasal parti yada toplum içerisindeki bir sınıfın davranışlarına yön veren politik, hukuksal, bilimsel, felsefi, dinsel ve estetik düşünceler bütünü olarak görülebilir.  Tarih boyunca oluşan şartlar ve bireylerin fikirleri doğrultusunda birbirinden farklı ideolojiler ortaya çıkmıştır.

İdeoloji bir grup yada siyasi partinin şekillenmesini ve politikalarını buna göre uygulamasını sağlar. Basit bir örnekle ideoloji şu şekilde anlatılabilir. Bir tiyatro severler grubuna katılacaksanız yada katılmışsanız. Tiyatro konusunda bilgi ve ilerleme elde edersiniz. Bu amaçla faaliyetler yürütür ve elinizdeki gücü de bu amaçla kullanırsınız. Birbirine yakın düşünen ve çıkarlara sahip insanların ideolojik olarak bir araya gelip bir etki gurubu üretmesi söz konusu olabilir. Günümüzde siyasi partiler dahil bir çok etki gurubunun kendine özgü ideolojik bir yapısı vardır. Tüm guruplar bu düşüncelerini ilerletmek, yaymak ve güçlendirmek için bir çaba sarf ederler.

Siyasal İdeolojiler

Liberalizm ’in düşünsel kaynakları antik Yunan’a kadar uzanır. Ancak modern dünyada şekillenmiş bir düşüncedir. Liberalizm kendi içerisinde 3 ana akıma ayrılır. Bunlar; Klasik liberalizm, sosyal liberalizm ve liberteryen düşüncedir.

Klasik liberalizm, devleti adalet ve güvenlik gibi temel işlevlerle sınırlar.

Sosyal liberalizm, devletin temel işlevleri olan adalet ve güvenlik işlevlerinin yanında eğitim, sağlık ve altyapı alanlarında da görevler yükler.

Liberteryen düşünce, 20 yy da gelişmiştir. Devleti bir gece bekçisi olarak görmek ister. Özgürlükleri sınırsız olarak görmek ister ve güvenlik işlevinin dışındaki tüm faaliyet alanlarının topluma bırakılmasını savunur.

Liberalizm’in iikisi bireye ikisi toplumsal yaşama yönelik dört temel değeri vardır. Bunlar bireycilik, özgürlük, çoğulculuk ve hoşgörüdür.

Bireycilik liberal düşüncenin her şeyden önce savunduğu değerdir. Bu düşünceye göre devlet ile birey arasındaki ilişkide birey önceliklidir.

Özgürlük, liberalizm’e göre başkasının özgürlüğüne kast etmedikçe bireyler özgür olmalıdır düşüncesidir. Özgürlüğün ancak bir başkasının yaşamına etki ettiğinde kısıtlanabileceğini savunur.

Çoğulculuk ve hoşgörü, bu düşünceye göre toplumlar yaşam biçimleri, kimlikler gibi farklılıklar üzerine şekillenir. Bu farklılıkların yaşatılmasını savunur. Özgürlük için farklılıkların yaşatılması ve hoşgörü gösterilmesi gerektiğine inanır.

 Liberalizm serbest piyasa ekonomisi anlayışına sahiptir. Bu anlayışa göre devlet ekonomik yaşama etki etmez. Sadece firmalar arasındaki ilişkilere müdahil olur. Liberalizm demokratik bir yapıyı ön görür. Günümüzdeki demokrasi sistemi Liberalizm’in siyasi projesi olarak gelişmiştir. Liberalizm’in siyasi boyutuna bakıldığında yönetimin temeli halkın rızası ile olmalıdır. İktidar serbest seçimler yolu ile yönetime gelmelidir. Sistemin temeli insan haklarına dayanmalıdır. Tüm siyasal kurumların amacı insan haklarına hizmet etmelidir. Liberalizm’in temelinde sınırlı devlet anlayışı vardır. Devleti hukukla sınırlandırır ve devletin her hangi bir ideoloji ile yönetilmemesini şart koşar.

Muhafazakarlık

Muhafazakar düşünce sanayi sonrası modern toplumda ortaya çıkan bazı gelişmelere tepki olarak gelişmiştir. Muhafazakar düşünce aydınlanma düşünürlerinin her şeyi akla dayandıran düşüncelerine, tüm kurumlarda değişimi öngören devrimci sosyalist hareketlere ve sanayi devrimi sonrasında aile ilişkilerindeki bozulmalara tepki olarak ortaya çıkmıştır.

Muhafazakar düşünce genel olarak insanın sınırlı bir varlık olduğunu kabul eder. İnsanların toplumu ve otoriteyi oluşturmadığını aksine toplumun insanın yapısını, düşüncesini ve ahlaki değerlerini oluşturduğunu öne sürmektedirler. Muhafazakar düşünceye göre bilgimiz akla değil deneyimlere dayanır. İnsanların hakları beraberinde getirmediğini, bu hakların devlet tarafından insana bir lütuf gibi verildiğini düşünürler. Bu düşünceye göre devletin hakları yükümlülüklerle dengeli biçimde insana verdiğini savunur.

Bu düşünceye göre toplamun keyfi biçimde müdahale edilerek şekillendirilebilecek bir yazılı sözleşme oluşturulmuş bir araç olmadığını ve toplumun hepimizi kapsayan bizim toplamımızdan daha kapsayıcı bir karmaşık varlık olduğu varsayılır.

Muhafazakarlara göre sosyal sınıflar, gruplar, topluluklar, cemaatler gibi tüm sosyal küme ve kurumlar görünmez bir güç ve kuvvet tarafından bir birine işlevsel olarak bağlanmış organik toplumun tamamlayıcı parçaları olduğunu kabul edilir.

Toplumun inşasında geleneklerin yanı sıra dinin de önemli bir etkisinin ve yerinin olduğunu kabul eder ve dinin bu özelliği ile toplumun geleceği için koruması gerektiğine inanır. Toplumsal düzen düşünce için önemli bir temel taşıdır. Bu anlayışa göre toplum ve devlet aynı amaca yönelebilmelidir. Muhafazakar düşünce en iyi düzenin varsayılan olduğunu kabul eder. Bu nedenle istikrar ve devamlılık büyük bir öneme sahiptir.

Muhafazakar düşünceye göre toplum organizasyonun bedensel kısmını, otorite ise beyin kısmını oluşturur. Güçlü bir otoritenin olmaması durumunda toplumdaki düzenin devamı söz konusu olmaz. Muhafazakar düşünceye göre rıza şarttır, ancak Liberal düşüncedeki gibi bir sözleşmeye bağlı olarak değil sadakat üzerine kuruludur.

Mutlakiyetçi düşünce

Mutlakiyetçi düşünce anlayışı 16 yy’dan itibaren Avrupa’da yükselmeye başlamıştır. Bu düşüncenin ortaya çıkmasının nedenlerinden birisi ulus devlet oluşumunu tamamlayamayan bazı parçalı güç merkezlerinin ulus devlete dönüştürülme ihtiyacının ortaya çıkmasıdır. 16 yy’da parçalı güç merkezleri kralların altında bir araya gelerek ulus devletleri oluşturmuştur.  Bu dönemde bir araya gelemeyen bazı topluluklar vardır. Bu topluluklardan birisi İtalya’dır. Parçalı bir halde olan İtalya ulus devletler karşısında güçsüz kalmıştır. Bu nedenle İtalyan düşünür Niccola Machiavelli bu zayıf durumdan kurtuluşun yolunu sınırsız güce sahip güçlü bir prens altında küçük güç odaklarını bir araya getirerek güçlü bir devlet ortaya çıkarmayı önermiştir. Bu öneri Mutlakiyetçi düşüncenin ilk ortaya atılışıdır. Diğer devletlerde bu anlayışın ortaya çıkmasındaki temel neden ülkelerde ortaya çıkan iç karışıklıklardır. Bu karışıklıkların ortadan kaldırılmasının yolunun güçlü merkezi bir otoritenin oluşturulmasından geçtiği önerileri yapılmıştır.

Mutalakiyetçi düşünceyi savunan düşünürlere göre insan bencil, açgözlü, doyumsuz ve saldırgan bir varlıktır. Bu yapısı nedeniyle mutlak bir siyasi güç olmadan barış içerisinde yaşayamaz. Ekonomik, teknolojik, bilimsel anlamda gelişmenin yaşanabilmesi için insanların sıkı biçimde kontrol edilmesi gerektiğini savunur.

Mutlakiyetçi düşünce toplumu farklılıklarından arınmış, aynı amaçlar için bir araya gelmiş ve değerler etrafında bir araya gelip kenetlenmiş bir toplum olarak tanımlar. Mutlakiyetçi düşünce bireyi değil devleti önemser. Toplumsal kargaşayı, ayrışmayı önlemek ve toplumun birlikteliğini oluşturmak için güçlü bir devlet otoritesine ihtiyaç olduğunu savunur.

Faşizm

Faşizm birinci dünya savaşı sonuçlarına tepki olarak ortaya çıkmıştır. Birinci dünya savaşından yenik çıkan Almanya’nın Versay anlaşması ile topraklarının komşu ülkeler tarafından paylaşılması ve sömürgelerinden vaz geçmesini zorunlu hale getirmiştir. Bu anlaşma Almanya’da geniş bir kitle tarafından tepki çekmiş ve ihanet olarak değerlendirilmiştir. Bu süreçte Hitler ortaya bu haksızlıklara bir tepki olarak çıkmıştır. İtalya’da da Almanya’da olduğu gibi benzer nedenlerle faşizm görüşü ortaya çıkmıştır. 

Faşist rejimler bireyciliğe, toplumsal farklılaşmaya ve çoğulculuğa karşılardır.

Faşist rejimlerde özgürlükler değil yükümlülükler önemlidir. Bu anlayışa göre birey devletin kendisine vereceği görevleri yapmakla yükümlüdür.

Faşizm şiddet ve zor kullanmayı meşru ve gerekli gören otoriter bir devlet anlayışına sahiptir.

Faşist rejimlerin bazılarında ırkçı bir bakış açısı da bulunmaktadır.

Siyasal Rejimler

Siyasal sistemler Çoğulcu ve tekilci sistemler başlıkları altında incelenebilir.

Çoğulcu sistemlerde iktidarın kaynağı halktır. Halkın seçimi ile gelir ve giderler. Toplumdaki farklı görüşler serbesttir ve iktidara aday olabilirler. Toplumun temel hak ve özgürlükleri anayasa ile garanti altına alınmıştır. Sistem içerisinde devlet iktidarını sınırlayacak mekanizmalar vardır.

Düzenli aralıklarla yapılan seçimlerle iktidar denetlenir ve hesap verir.

Liberal demokrasi

Liberalizmin temel çıkış noktası birey ve özgürlükleridir. Liberaller devletin toplumsal ilişkilere müdahalesine karşıdır. Sloganları bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinlerdir.

Sosyal Demokrasi

Sosyal demokrasi Liberal demokrasiye karşı yükselmiş sosyalist bir itirazdır. Liberal düşüncenin tezine karşı çıkarlar. Sosyal demokraside kapitalizm reddedilmez. Ancak üretimde kapitalizmin olabileceğini ama dağıtımda eşitlik olmasını şart koşar. Bunun içinde devlet müdahalesinin olması gerektiğini savunur.  Resmi ideoloji sorunların çözümü için mutlak yol olarak görülmektedir. Bu sav doğrultusunda muhaliflere karşı şiddet ve teröre başvurulmasını ahlaki olarak haklı hale getirir. Teoride devletin insanlar için olduğu vurgulansa da pratikte bu durum tam tersi olmaktadır.

Tekilci sistemler

Faşizm

Faşizm ilk kez İtalya’da ortaya çıktı. Liberalizm ve sosyalizme tepki olarak doğmuştur. Kapitalizm ’in üretim mantığını benimser ancak Liberalizm ’in bireyci düşüncesini reddeder. İdeolojiden yanadır. Ulusun tek bir çatı altında toplanabilmesi için araya devletin girmesini gerekli görmüştür. Akla değil duygulara hitap etmiş ve aklın yerine manevi duygulara ön plana almıştır. Tek ulus, tek fikir, tek devlet faşizmin temel sloganıdır.

———-

Siyasal rejimler ayrıca Demokrasi, otoriter ve totaliter yapı olarak 3 başlık altında incelenebilir.

Demokrasi seçimler ile parlamentoda çoğunluk olan siyasi grubun belirli bir süreyle iktidar olmasıdır. Demokrasi kendi çatısı altında da Yarı Başkanlık, Başkanlık ve parlamenter Demokrasi olarak üç gruba ayrılır.

Yarı başkanlık sistemi

Bu sistemde halk hem devlet başkanını hem de yasama meclisini seçer. Bir başbakan ve bakanlar kurulundan oluşan hükümet meclisten güven oyu alarak iktidar olur. Seçilen başkan Meclis’e karşı sorumlu olur. Meclisten çıkan yasaları onaylar yada veto edebilir. Ülkede OHAL ilan edebilir ve belirli bir süreyle ihtiyaç halinde meclisi fes edebilir.

Başkanlık sistemi

Bu sistemde yasama yürütme ve yargı ayrı güçler olarak konumlandırılır. Başkan halk tarafından iki kademeli seçim sistemi ile seçilir. Başkan’ın karşısında onu denetleyecek ve gerektiğinde durduracak güçlü kurumlar konumlandırılmıştır. Halkın oyları ile seçilen başkan bakanlar kurulunu kurar ve ülkeyi yönetir.

Parlamento sistemi

Örneği İngiltere’de görülmektedir. Bir meclisin yanı sıra alt kamaralar ve meclisler ile denetleme sağlanmaktadır. Bu sistemde çoğunluktan ziyade en çok oyu alan ilk kişinin seçilmesiyle sonuçlanan bir yapı vardır. Yürütme organının yasama organının denetiminde olduğu bir sistemdir. Bu sistemde devlet başkanı genellikle hükümet başkanından başka bir kişidir. Bu sistemle yönetilen ülke bir meşruti monarşi yada Cumhuriyet olabilir. Meşruti monarşi ile yönetilen ülkelerde yetkileri sembolik olan bir hükümdar bulunabilir. Parlamenter cumhuriyetlerde ise seçimle iş başına gelen ve yetkileri yine sembolik olan bir devlet başkanı bulunabilir.

Otoriter Rejimler

Bu tür rejimlerin temeli ilk başta siyasal bir partiye dayansa da zamanla bu parti iktidarın mutlak sahibi olabilir. Bu gibi durumlarda iktidar karşıtı muhalefet fitne yayan bir düşman olarak görülür. Siyasal katılım genellikle iktidarı başta tutacak bir amaçladır. Bunun dışındakiler başkaldırı olarak tanımlanır. Seçimler genelde iktidara destek vermek veya miting ve gösterilerde yer alarak yine iktidarı destekleyecek mahiyettedir.

Totaliter rejimler

Mutlak kontrolü amaçlayan rejimlerdir. Birey özgürlüğü ikinci plandadır. Herkes her an izlenmektedir. İnsanların ne yaptıklarını neyi düşündüklerini dahi devlet bilmek istemektedir. Mahrem hayat serbestisi kabul edilmez. Sivil toplum yoktur. Her şeyin ve herkesin devletin denetimi altında olduğu bir rejimdir.

KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARI TEORİLERİNİN KONJONKTÜREL MEDYA YAKLAŞIMI BAĞLAMINDA DEĞERLENDİRİLMESİ

Kitle iletişim araçlarının toplumlar üzerindeki etkileri ve kullanım şekilleri kültürel ve ideolojik açılardan farklılık göstermektedir. İçerisinde yaşanılan dönemin durumuna göre medya araçlarının kullanım amaçları da değişebilmektedir.

Ortaçağ döneminde Avrupa’da kilisenin yüksek bir otoriteye sahip olması medya araçlarının da bu otoritenin devamını sağlayacak şekilde gelişmesini ve kullanılmasını sağlamıştır. Bu sayede otoriter kuram gelişmiş ve bu yönelimden beslenmiştir. Sözde aydınlanma ile beraber de Avrupa’da kilisenin baskılarından kurtulma arayışlarının sonucu olarak, dinden uzaklaşan toplumlar nezdinde akılcı düşünceler ön plana çıkmıştır. Bu düşüncelerin ortaya çıkarttığı anlayışsa Liberal anlayıştır. Bu dönemde medya özgürlükçü bir tavır takınırken devlet otoritesinin kendi üzerinde baskı kurmasının yanlış olacağını benimsemiş ve bu şekilde bir baskıyla karşılaştığında da özgürlük kavramı üzerinden kamuoyu oluşturulmuştur. Liberal düşüncenin hakim olduğu toplumlarda medya araçları ilk etapta özgür olarak görülse de daha sonrasında görünmez bağlar olarak adlandırılabilecek. Ekonomik, siyasi ve ideolojik bağlar ile yine bulunduğu dönemin şartlarının devamını sağlayacak propagandist bir anlayış ortaya çıkmıştır. 

Sovyetler (Rusya), Almanya ve İtalya gibi baskıcı ve ırk temelli totaliter ve sosyalist ülkelerdeki toplumların üzerinde medya araçları düzenin devam ettirilmesini sağlayacak propaganda araçları olarak kullanılmıştır. Özellikle medya araçları Stalin ve Hitler döneminde tamamen birer propaganda aracı olarak ön plana çıkmıştır. Bu ülkelerde medya organları genelde ya devlete ait yada devletin sıkı denetiminde varlık göstermektedir. Bu yönüyle bu tip ülkelerde medyanın kamuoyunun sorunlarını dile getirmek gibi bir misyonu istese de üstlenemeyeceği görülmektedir.

Kapitalizmin tüm dünyaya yayılmasıyla birlikte ortaya çıkan küreselleşme algısı gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkeleri sömürme yarışına evrilmiştir. Bu evrimin içerisinde medya da büyük bir rol almıştır. Özellikle gelişmiş ülkelerin geniş olanaklara sahip ve son teknolojiyi kullanabilen medya organları tarafından gelişmekte olan ülkelerin medya kuruluşlarına karşı bir etki çabası oluşmuştur. Bu çabaların sonucunda 3. Ülkelerin medya araçları gelişmiş ülkelerin medya araçlarının beslenmesini sağlayacak küçük ölçekli etki araçları halini almıştır. Küresel piyasaların hedeflediği ülkelerin toplumları güçlü medya şirketlerinin yardımıyla sıkı bir reklam ve propaganda kampanyası atağı altında bırakılmaktadır.  Bu medya bombardımanı ile medya kuruluşları hedef ülkede yaşayan toplumun istenilen tüketim alışkanlıklarını kazanmasını sağlayan birer öğretici konumuna gelmişlerdir.

Medya günümüzde de çıkar odaklı yayın anlayışı ile hareket etmektedir. Her kurum veya kuruluş kendi ideoloji ve fikri benzerlikleri bulunan topluluklara özel yayın anlayışını benimseyerek çıkarlarını korumaya ve güç devşirmeye çalışmaktadır. Günümüzde tarafsız basın anlayışı da bizdense tarafsız değilse taraflı gibi bir bakış açışına hapis olmuş durumda.

Demokratik ülkelerdeki medya kuruluşlarının yapıları özgür gibi gözükse de bu ülkelerin birçoğunun benimsediği Liberal anlayış, çıkar odaklı gazeteciliğin yükselmesine neden olmaktadır. Medyanın bu sıkı görünür yada görünmez bağlardan arınabilmesinin tek yolu toplum üzerindeki etkisini kaybetmesinden geçtiği için bu bağların tarihin her döneminde olacağı aşikardır.

Genel olarak medya yaklaşımları bulunulan toplum ve onun kültürel anlayışları, rejim, yayın arenasında kabul edilen fikir ve ideolojiler, siyasal sistemler ve bulunulan dönem ile teknolojik gelişimin çevresinde şekillenmektedir. Günümüzde medya hız ile kendisini ön plana çıkartmaya çalışırken geçmişte bunu haber içeriği, görüntü ve video ile yapmaya çalışırlardı. Yaşanılan dönemin koşulları medyanın şekillenmesini sağlamaktadır. Kısaca toplum medyayı şekillendirirken, medyada toplumu şekillendirmekte ve bu durum değişen şartlara göre sadece yöntemleri ve kullanılan araçları yenileri ile değiştirmektedir.

Liberal kurama göre iletiler serbest bir pazar ortamında alınıp satılan bir meta olarak görülmektedir. Bu sistem temelde hiçbir kısıtlama ve ön koşul bulunmamasını ve herkesin bir kısıtlama yada ön koşul olmaksızın medya alanına girebileceğini savunur.

Herkesin istediği gibi girebildiği medya sisteminde bireylerin seçme eylemi ile iyi iletileri kendileri bilinçli olarak seçip yönelerek bu iletileri alacakları.  Kötü ve zararlı iletileri ise tercih etmeyecekleri için bu iletilerin pazarda yer edinemeyip alanı terk edeceği ön görülmektedir.

Ancak bu anlayışın bazı sorunlar getirdiği de görülmekte. Bunlardan birincisi tekelleşme tehdidi. Medya organlarının tamamen özgür ve bireye ait olarak şekillenmesi durumunda zamanla en güçlü olanın diğer medya organlarını kendi bünyesine katarak alanda tekelleşebilmesi söz konusu olabiliyor.

Medyanın birinci vazifesi olan kamuoyu adına denetim görevi bireyselleşme ile birlikte kar odaklı düzen nedeniyle ikinci planda kalmaktadır. Medya organları topluma karşı olan sorumluluklarını yerine getirmek yerine, sermayesinin sahibi olan kişiler adına faaliyet gösterip bu amaçlar doğrultusunda yayın politikaları belirlemekte.

Liberal kuramın her alanda olduğu gibi medya alanında da uygulanmasında kapitalizmin özgürce dolaşımına imkan vermesi ve kamu çıkarları ile patron çıkarlarının yer değiştirip patronların isteklerinin sanki kamuoyunun isteği gibi yansıtılması sorunları ortaya çıkmaktadır.

Gazetecilerin mesleki kimlik sorunları bağlamında Liberal kuram anlayışına göre geliştirilen medya sistemi sorunları çözüme ulaştırmaktan ziyade daha da derinleştirmiştir. Öncelikle bireyselleşip sonrasında holdingleşmiş olan medya organlarında gazeteciler kendi çıkarları ve medya kuruluşunun çıkarları doğrultusunda hareket edip, gazeteci kimliğine yakışmayan çalışmalara imza atmaya başlamışlardır. 

Liberal kuram her ne kadar özgürlük vaat etse de işler uygulamada beklenildiği gibi olmamakta. Gazetecilerin patronlarının çıkarları nedeniyle yeterince özgür bir ortamda çalışamamasının yanında bu durum toplumun gazetecilere olan güvenini de sarsmaktadır.

Güven sarsılmasının neticesinde ise gazeteciler etraflarında toplayabildikleri kitleleri tutmak adına daha fazla sivrilmekte ve haber süreçlerine bu nedenle ideolojik fikir ve düşünceler daha fazla katılmakta. Sivrilmelerin sonucundaysa her medya organı politikası doğrultusunda ideolojik grupları hedeflemekte ve kitleler edinip bu gücü kendi ideolojik amaçları doğrultusunda kullanmaktadır.

Hadi kınayalım!

Kudüs’de İsrail zulmünü, Doğu Türkistan’da Çin zulmünü, Arakan’da Budist zulmünü kınayalım.

Birkaç yıl evvel İslam ordusu diye bir şey kurulmuştu. Hani nerede? Başında Arabistan’ın yer aldığı bir İslam ordusu da ancak bu kadar olabilirdi. Ateşli bir reklam filmi ve sonrası fos…

Hadi kınayalım!

İslam İşbirliği Örgütü diye bir örgüt var. Hadi o da kınasın tüm bu zülümleri…

1.5 milyarlık bir İslam alemi var. Ama yaptıkları tek şey KINAMAK!

İki tip güç vardır. Birisi yumuşak diğeriyse sert güç. İslam alemine bakıyorum hep yumuşak gücü tercih ediyor. Sadece ama sadece söylemimiz var. İki gündür sosyal medyaya bakıyorum. Her yerde Kudüs, bazı yerlerde de Doğu Türkistan var. Ama sadece kınama ve birazda dua var.

Ey İslam alemi! Bedir’de Müslümanlar yalnızca dua mı etti? Düşman onlardan fazlaydı, güçlüydü ama onlar yılmayıp hazırlandılar. Kılıç kuşanıp, ok çektiler düşmana ve nihayetinde Allah’ta onlara bir zafer vaat etti.

Hadi bizde kınayalım dostlar. Sahada gücünü göstermeden ne kadar söylemde bulunursan bulun. Karşı taraf için hiçbir anlamı olmayacaktır. Söylemlerin güçlü olması için sahada gücünü göstermen gerekir. Karşı taraf gücünü hissedecek ki söylemini dikkate alsın.

Ama 1.5 milyarlık İslam alemi ne yapıyor. Üst perdeden bol bol kınama mesajı ki son zamanda sosyal medyadan iki tweet atıp bu işi bitiriyorlar.

Şimdi soruyorum!

Ey İslam alemi Allah’a dua edip onun cümle Müslümanların dertlerini sonlandırmasını istiyorsunuz. Oysa Allah size önce devlet kurabilmeyi nasip etmiş. Sonra bir ordu kurabilmeyi sonrada silahlarınızın olmasını nasip etmiş. Tüm bunların üzerine size birde güç nasip etmiş.  Allah size bunca şeyi nasip etmiş ama siz sıcak yatağınızda yatıp halen ondan mazlumlar için yardım istiyorsunuz. Bu yaptığınız Allah’ın size verdiği onca nimete nankörlük etmektir. Siz yola çıkarsanız Dua size yoldaş olur.

İslam dünyasının bir şeyi anlaması gerekiyor. KINAMAK! Hiçbir sorunu çözmüyor. Çünkü sahada hiçbir güç çarpanımız yok. Suriye’de Türkiye operasyonlara girişmeseydi. Bugün çoktan o masanın dışında kalmıştık. Bundan birkaç yıl evvel ortak bir birliğin Kudüs’e yerleştirilmesi planlanmıştı. Soruyorum o birlik ne oldu?

İletişim kuramları, iletişim sürecini anlamaya yönelik yapılan teorik çalışmaları kapsar. İletişim kuramları, bir iletişim sürecinde gönderilen mesajın nasıl algılandığını, nasıl yorumlandığını ve nasıl yanıt verileceğini inceler. Aşağıda bazı önemli iletişim kuramlarını listeleyebilirim:

  1. Öğrenme Kuramı: Bu kuram, bir insanın yeni bir bilgi edinme sürecini inceler ve bu sürecin nasıl gerçekleştiğini açıklar.
  2. Yaşam Öyküsü Kuramı: Bu kuram, bir insanın deneyimlerinin nasıl iletişim davranışını etkilediğini inceler.
  3. Örüntüler Kuramı: Bu kuram, bir insanın iletişim davranışının nasıl belli bir örüntü içinde tekrarlandığını inceler.
  4. Yönlendirme Kuramı: Bu kuram, bir insanın iletişim davranışının nasıl yönlendirildiğini inceler.
  5. İletişim Öğesi Kuramı: Bu kuram, iletişim sürecinde gönderilen mesajın nasıl algılandığını ve yorumlandığını inceler.
  6. İletişim Öğesi Modeli: Bu model, iletişim sürecinde gönderilen mesajın nasıl yorumlandığını ve yanıt verileceğini açıklar.
  7. Benmerkezci Kuram: Bu kuram, bir insanın iletişim davranışının nasıl kendi benmerkezci inançları tarafından yönlendirildiğini inceler.
  8. İletişim Öğesi Kuramı: Bu kuram, iletişim sürecinde gönderilen mesajın nasıl algılandığını ve yorumlandığını inceler.

Öğrenme kuramı, bir insanın yeni bir bilgi edinme sürecini inceler ve bu sürecin nasıl gerçekleştiğini açıklar. Öğrenme, bir deneyim sonucu ya da öğretim sürecinde elde edilen yeni bilgi ve davranış değişikliklerini ifade eder. Öğrenme kuramları, öğrenmenin nasıl gerçekleştiğini anlamaya yönelik teorik çalışmalardır.

Bazı önemli öğrenme kuramları şunlardır:

  1. Klasik Davranışçı Öğrenme Kuramı: Bu kuram, öğrenmeyi davranış değişikliği olarak tanımlar ve öğrenmenin gerçekleştiğini, bir davranışın belirli bir koşulu takip eden sonuçlar sonucu olduğuna inanır. Örneğin, bir köpeğin yemek yerken yüksek sesle havlama davranışının belirli bir koşulu takip eden bir yemeğin verilmesiyle öğrenmesi bu kuramın örneklerinden biridir.
  2. Öğrenme Kuramı: Bu kuram, öğrenmeyi düşünme süreci olarak tanımlar ve öğrenmenin, insanların düşünceleri ve inançları arasındaki ilişkiyi değiştirerek gerçekleştiğine inanır. Öğrenme kuramı, insanların nasıl düşündüklerini ve nasıl öğrendiklerini anlamaya yönelik bir teoridir.
  3. Kognitif Öğrenme Kuramı: Bu kuram, öğrenmeyi beyin faaliyeti olarak tanımlar ve öğrenmenin, beyin tarafından yapılan işleme dayalı olduğuna inanır. Kognitif öğrenme kuramı, insanların nasıl düşündüklerini ve nasıl öğrendiklerini anlamaya yönelik bir teoridir.
  4. Öğrenme Kuramı: Bu kuram, öğrenmeyi bir sosyal süreç olarak tanımlar ve öğrenmenin, insanların birbirleriyle etkileşim içinde olduğu ortamlarda gerçekleştiğine inanır.

Yaşam öyküsü kuramı, bir insanın deneyimlerinin nasıl iletişim davranışını etkilediğini inceler. Bu kuram, insanların geçmiş deneyimlerine dayalı olarak iletişim davranışlarının nasıl oluştuğunu ve nasıl değiştiğini açıklar. Bu teoriye göre, insanların geçmiş deneyimleri, onların iletişim davranışlarının nasıl oluştuğunu ve nasıl değiştiğini belirler.

Yaşam öyküsü kuramı, insanların deneyimlerinin iletişim davranışları üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu inceler. Örneğin, bir kişinin geçmişte yaşadığı olumsuz deneyimler, onun iletişim davranışlarını olumsuz yönde etkileyebilir. Benzer şekilde, olumlu deneyimler de iletişim davranışlarını olumlu yönde etkileyebilir. Yaşam öyküsü kuramı, insanların geçmiş deneyimlerinin iletişim davranışları üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu anlamaya yönelik bir teoridir.

Örüntüler kuramı, bir insanın iletişim davranışının nasıl belli bir örüntü içinde tekrarlandığını inceler. Bu kuram, insanların iletişim davranışlarının nasıl belli bir örüntü içinde tekrarlandığını ve bu örüntülerin nasıl oluştuğunu açıklar. Örüntüler kuramı, insanların iletişim davranışlarının nasıl tekrar ettiğini ve bu tekrarların nasıl oluştuğunu anlamaya yönelik bir teoridir.

Örüntüler kuramına göre, insanların iletişim davranışları belli bir örüntü içinde tekrar eder. Örneğin, bir kişinin aşırı sinirlendiği zamanlarda aşırı yüksek sesle konuşma davranışı, bu kişinin iletişim örüntüsünde bir tekrar olarak karşımıza çıkar. Bu örüntüler, insanların geçmiş deneyimlerine dayalı olarak oluşur ve insanların gelecekteki iletişim davranışlarını da etkiler. Örüntüler kuramı, insanların iletişim davranışlarının nasıl belli bir örüntü içinde tekrar ettiğini ve bu örüntülerin nasıl oluştuğunu anlamaya yönelik bir teoridir.

Yönlendirme kuramı, bir insanın iletişim davranışının nasıl yönlendirildiğini inceler. Bu kuram, insanların iletişim davranışlarının nasıl yönlendirildiğini ve bu yönlendirmelerin nasıl oluştuğunu açıklar. Yönlendirme kuramı, insanların iletişim davranışlarının nasıl yönlendirildiğini anlamaya yönelik bir teoridir.

Yönlendirme kuramına göre, insanların iletişim davranışları, çevrelerinde bulunan kişiler, gruplar ve toplumlar tarafından yönlendirilir. Örneğin, bir toplumun değer yargıları ve inançları, toplumun üyelerinin iletişim davranışlarını yönlendirir. Benzer şekilde, bir grup içinde bulunan bir kişinin pozisyonu ve rolü de o kişinin iletişim davranışlarını yönlendirir. Örneğin, bir öğretmenin öğrencilerine karşı iletişim davranışları, onun öğretmen olma pozisyonu ve rolü nedeniyle farklı olabilir. Yönlendirme kuramı, insanların iletişim davranışlarının nasıl yönlendirildiğini anlamaya yönelik bir teoridir.

İletişim öğesi kuramı, iletişim sürecinde gönderilen mesajın nasıl algılandığını ve yorumlandığını inceler. Bu kuram, insanların mesajları nasıl algıladıklarını ve yorumladıklarını açıklar. İletişim öğesi kuramı, insanların mesajları nasıl algıladıklarını ve yorumladıklarını anlamaya yönelik bir teoridir.

İletişim öğesi kuramına göre, insanlar mesajları üç farklı yolla algılar ve yorumlar: işitme, görme ve beden dilini kullanarak. Örneğin, bir kişi bir konuşmayı dinlerken sadece kelimelere odaklanmayabilir, aynı zamanda konuşmacının beden dilini de izleyerek mesajı daha iyi anlamaya çalışabilir. Benzer şekilde, bir kişi bir yazılı mesajı okurken sadece kelimelere odaklanmayabilir, aynı zamanda yazılı mesajın yerleştirildiği ortamı da dikkate alarak mesajı daha iyi anlamaya çalışabilir. İletişim öğesi kuramı, insanların mesajları nasıl algıladıklarını ve yorumladıklarını anlamaya yönelik bir teoridir.

Benmerkezci kuramı, bir insanın iletişim davranışının nasıl kendi bakış açısını yansıttığını inceler. Bu kuram, insanların iletişim davranışlarının nasıl kendi bakış açılarını yansıttığını ve bu yansımaların nasıl oluştuğunu açıklar. Benmerkezci kuramı, insanların iletişim davranışlarının nasıl kendi bakış açılarını yansıttığını anlamaya yönelik bir teoridir.

Benmerkezci kuramına göre, insanlar iletişim sırasında kendi bakış açılarını yansıtırlar. Örneğin, bir kişi bir konuşma sırasında konuştuğu kişinin bakış açısını dikkate almayabilir ve sadece kendi bakış açısını ifade eder. Benzer şekilde, bir kişi bir yazılı mesaj gönderirken de kendi bakış açısını yansıtabilir. Benmerkezci kuramı, insanların iletişim davranışlarının nasıl kendi bakış açılarını yansıttığını anlamaya yönelik bir teoridir.

Bu makale özgün olarak bir YAPAY ZEKAYA yazdırılmıştır.